5~Neyi bastırdıysan göğsüne, Göğsünü soludukça büyüyen odur

1.6K 84 2
                                    




Derin bir nefes alarak minibüsün camından dışarı çevirdi bakışlarını Asya. İşten çıkmış eve giderken aklı hala gün içinde olanlardaydı.

Kerem beyle çalışmıştı bugün. Bedenen daha az yorucu bir gün olsada,yaşadığı bolca kafa karışıklığı ve sinirlerinin sürekli gerilmesi sonucu kendini bitkin hissediyordu. Adam bir fırtına gibi alabora etmişti Asya'yı. Kesinlikle sınır tanımıyor, asla izin istemiyor ve bunların sonucunu izlemekten keyif alıyordu. Diğer yandan sahip olduğu tuhaf sempatiyle biraz sonra unutturuyordu her şeyi.

Ah hayır Asya unutmamıştı. Bütün gün yan yana bir bilgisayara bakmışlar, Kerem bey programın nasıl kullanıldığını anlatmış daha sonra basit işlemleri Asya'nın yapmasını istemişti. Adamla bir odada yalnız olmak Asya'yı yeterince germiyormuş gibi birde, yanlış yaptığı yerlerde Asya'nın arkasından üzerine eğilip, elini fareyi tutan elinin üzerinden tutarak yönlendirmişti. Bunu o kadar doğal bir şeymiş gibi ve aniden yapıyordu ki, Asya normalinde sınırları böylesine ihlal edildiğinde sessiz kalamayacak biriyken, kendiyle çelişiyor,acaba bir tepki versem saçmalamış mı olurum diyordu. Şimdi düşündüğünde hırsla dudak içlerini kemirerek kendine kızıyor ve en başta göstermesi gereken tepki için artık geç kaldığını farkediyordu.

En dayanılmazı ise adamın tavırları Asya'nın içinde fırtınalar estirirken, kendisinin durgun bir deniz gibi sakin olmasıydı.

Kızın, kız erkek ilişikilerindeki tecrübesizliği neticesinde böyle hissetmesi ne kadar doğalsa da, Keremin rahatlığı da Asya'ya kendini onun karşısında küçük bir kız çocuğu gibi hissettiriyordu. Savunmasız, ürkek, yara almaya müsait.

Kendi kendine adamın her hareketindeki rahatlığın aynı zamanda yaptıklarını sığlaştırdığını, altından anlamlar çıkarılmaması gerektiğini telkin etsede sol eliyle sağ elinin sırtını kavrıyordu farketmeden. Keremin tuttuğu yerden...

...

Aradan hafta sonu geçmiş, Kerem beyin el izini bir leke yada aslında asla itiraf etmese de bir kalp çarpıntısı olarak taşıdığı eli, kendini paralarcasına yaptığı temizliklerde aşınmış, cuma gününe dair bir iz bırakmamıştı.

Kalbi de alelade bir kaç temasla böyle attığı için bolca azarı işitip kabuğuna çekilmişti.

Pazartesi günü öğlene kadar fabrikada Sevgi hanımla olan işlerini halletmiş sonra yemeğe çıkmıştı ki, onlara bağlı çalışan bir atölye sahibinin mağazaya gideceği, Asyanın da onlarla geçeceği haberi gelmişti.

Yemek yerken atölyeci Nevzat gelip karşısına oturmuş yemeğini bitirmesini bekliyordu. Nevzatta Kerem gibi rahat bir adamdı hatta epey flörtöz olduğu da söylenebilirdi ancak Asya ona Kereme olduğu kadar gerilmiyor hatta ciddiye almıyordu bile. Nevzatın her hamlesinde Asya tavrını hiç bozmamış , adamın tekrar devam etmesiyle aralarında tuhaf bir iletişim şekli meydana gelmişti. Kereme karşı neden bu kadar rahat olamıyordu? Bu ayrıntıyı farketmek canının yeniden sıkılmasına neden oldu.

"Amma çok yedin ha! Genç kızlar bu kadar çok yememeli hadi kalk çıkalım"

Yemeğini zaten bitiren Asya elmasıyla kısa bir an bakıştıktan sonra peçeteye sarıp çantasına attı ve çıktılar.

Nevzat mağazaya götürülecek malların yüklü olduğu bir kamyonetle gelmişti. Önde şoför ve yanına oturacak iki kişi için toplam üç kişilik koltuk vardı. Kamyonetin kendi şoförü olduğu için ikisi yan yana oturarak yolculuk yapacaklardı. Asya'nın bu pek hoşuna gitmese de başka bir seçenek yoktu maalesef.

Yola çıktıktan bir süre sonra Nevzat Asya'ya "Elmanı yemeyecek misin?" diye sordu.

Asya onu daha sonrası için tutuyordu çantasında ama "Madem istiyorsun al senin olsun" dedi.

"Ah hayır birlikte yiyebiliriz"

Asya kamyonetin önünde Nevzat ve doğru düzgün tanımadığı bu şoförle yolculuk yapmaktan zaten yeteri kadar daralmışken bir de onun bu yerli yersiz konuşmalarını kaldıramıyordu. Ama bu konuda onu daha önce defalarca uyarmış, reddetmiş yine de bu tavırlarına engel olmamıştı. Mümkün mertebe bir araya gelmemeye çalışsa da adam bir şekilde bir fırsat bulup yanında beliriyordu. Eğer yanında yönetim katından birileri varsa konuşarak yapamadığını kaşını gözünü oynatarak yapıyor bir şekilde kızı sinirlendiriyordu. İşin kötü yanı yaramaz çocuk gibi bir mizacı vardı ve Asya onu şu anda terslese daha çok sırnaşacaktı. Derin bir nefeslik zamanda aklından bunları geçirip, midesinden yükselen bulantısını kısa bir yol kaldığını kendine hatırlatarak geri bastırdı. Adamın ima ettiği şeyi yok sayarak sahte bir gülümsemeyle Nevzata döndü "Olur ama bıçak var mı yanında?"

Adam çapkınca sırıtarak elmayı aldı ve avucunun içinde sıkıp çevirerek iki parçaya kırdı, birini Asya'ya uzatıp diğerini kendi yemeğe başladı. Kız bunu beklemiyordu, şaşkın bir ifadeyle yarım elmayı alıp camdan dışarı bakarak yedi. Bir an önce çıkmak istiyordu bu arabadan. Geri dönüşte bir şekilde onları atlatıp Kenan'la dönmeliydi. Onun Asya hiç yokmuş gibi sadece yola odaklanıp araba kullanmasını nasıl da takdir ediyordu şu an.

...

Akşam dönüşte Nevzatları atlatmak için epey uğraşmıştı ama başarmıştı. Tek sorun Kenan'ın Asya'yı götürmeden önce bir iki işi halletmesi gerekiyordu ve bunun için normalinden kırk dakika kadar geç evde olacaktı Asya. Tabii ki annesini arayıp haber vermiş ve onaylamaz, şikayetçi bir kaç konuşma dinledikten sonra hallettiğini düşünmüştü ancak eve gidince evde de ananne engeline takılmıştı.

Yaşlı kadın beş evlat dünyaya getirmiş yetiştirmişti. Eşi vefat edene kadar da evlatlarına hiç bir işi düşmemiş ancak yaşlılığında yalnız kalamayacak duruma geldiğinde köydeki evi kapatıp dağıtmışlardı. Çocuklarından Asya'nın annesi dışındakilerin kendilerince bahaneleri olduğundan ananne çoğunlukla, pek içine sinmese de mecburen damat evinde kalıyordu. Bu evde de önce kızı çalışmaya başlamış arkasından torunu derken günün büyük bir kısmını evde yalnız camdan dışarıyı seyrederek geçiriyordu. Bu da zaten yaşlılığın yükünü çeken kadına ayrı bir huysuzluk katıyordu. Hem genç bir kızın elin işinde çalışması da nereden çıkmıştı? Hiç uygun düşer miydi? Evde oturup görücü beklemeliydi.

Bir de bu gün Asya eve iyice geç gelince kadın kıza kapıyı açmış elini beline koyup "Bu saate kadar neredeysen şimdi de dön oraya git" demiş ve kapıyı geri suratına kapatmıştı.

Asya'nın gözleri kocaman olmuş öylece beklemişti kapıda. Bunca yorgunluğun üzerine ananesinin bu tavrı hem canını sıkmış hemde komik gelmişti.

Yorgunluktan dizleri sızlarken yine de kadına kızamamış, diğer evlatlarının yapamadığını yapıp, onu akşama kadar evde yalnız bıraktığı için vicdan azabı duyarak dakikalarca dil dökmüştü.

Çünkü biliyordu ananesinin huysuzluklarının en büyük nedeni söyledikleri değil söyleyemedikleriydi. Bir kadın beş tane evlat doğurup, büyütüp, onların dertleriyle dertlenip, sıkıntılarıyla sıkılıp bir ömür geçirdikten sonra bir evde tek başına akşama kadar camdan dışarıyı izlememeliydi. Her koca ailenin başında böyle bir yada iki tane büyük oluyor ve onlar bu kalabalığın içinde el üstünde tutulmayı hakediyordu. Bir insan ömrünün son dönemini, sabah namazlarından sonra seccadesinde, vefat etmiş eşine beni neden yapayalnız bıraktın gittin diye göz yaşları içinde sitem ederek geçirmemeliydi.

KırılmaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin