yirmi

592 52 8
                                    

Elimde tuttuğum topu sektirmeyi bırakarak parmak pasla pasöre attım. Pasör top kaldırdığında ise adımlayıp sıçramış ve dört numaradan smaç basmıştım.

Karşı sahaya geçerek takımı topladım, ardından iki gruba ayırarak yapacağımız maç için takımları kurdum. Maça başladığımızda top karşı sahadaydı, gelen top bizim sahada düzgünce karşılandığında pasör bana pas kaldırmıştı. Smaç vurduğumda ve topu öldürdüğümde 1-0 öne geçmiştik.

Bunu hep yapardık. Antrenmanlardan sonra en azından bir set maç yapar, neler yapıp neler yapamadığımıza bakardık.

Maç bittikten sonra soyunma odalarına çıkıp üzerimi değiştirmiş, ardından salondan çıkmak için ilerlemeye başlamıştım. Akın dışarıda bekliyor olduklarını söylemişti.

"Kaptan!" diye seslenen Sude'yi duyduğumda durarak sert bir nefes verdim.

"Ne var, Sude?"

"Aklıma bir şey takıldı," diyerek yanıma geldi ve karşıma geçerek sırıttı. "Şeyi hatırladım da, hani senin bir erkek arkadaşın vardı... Yabancıydı ama, Amerika'da bulmuştun hani. Her gün fotoğraf atıyordunuz beraber."

Kasıldım.

"Ee?"

"Merak edip bakayım dedim de hesabını bulamadım onun. Siz ayrıldıktan sonra silmiş miydi hesabını? Sahi..." Durdu, güldü. "Siz neden ayrılmıştınız? Herkes bir şeyler söylüyordu ancak en kuvvetli olanı senin aldatmış olmandı sanırım."

"Kendinde, hatta kendinizde bu hakkı nasıl buluyorsunuz?" diyerek alayla güldüm. "Hayatıma burnunu sokma hakkını sana kim verdi?"

"Niye? Sen git aldat gül gibi çocuğu, sonra burada hayatıma karışamazsın ayakları yap. Bilmiyoruz sanki ne tür bir orospu olduğunu. Suç çocukta gerçi, ne bulduysa senin gibi-"

Sinirle öne atılarak bileğini büktüğümde acıyla inlemiş ve kaçmaya çalışmıştı. "Bırak!" diye çığlık attığında birkaç kişi yanımıza gelmişti bile.

"Sen kimsin de bana orospu diyebiliyorsun?" diye bağırdığımda tek yaptığı şey bacaklarını savurarak bana tekme atmaya çalışmak ve daha çok bağırmak olmuştu.

"Alisa, ne oluyor?" diye araya giren Akın'la Sude'nin yapamadığını yaptım ve karnına sert bir tekme atarak bileğindeki elimi bıraktım.

"Aptal," diyerek sinirle ilerlemeye başladığımda arkamdan bana bakan Aris'in Sude'nin yanına koştuğunu görmüştüm ancak bana kısa bir bakış atmayı ihmal etmemişti.

Sanırım birazdan ağlayacaktım.

Bir müddet bahçede ilerlediğimde bileğimden tutulduğumda Akın olduğunu anlayarak ağlamaya başladım.

"Şhh," diye fısıldadı, kollarını bedenime dolarken. "Ne oldu? Niye ağlıyorsun?"

Bedenine doladığım kollarımı gevşetmeden beklemeye devam ettiğimde saçlarıma kondurduğu ufak öpücüğü hissetmiştim.

"Amerika," dedikten sonra durdum, derin bir nefes alarak Akın'dan ayrıldım. Gözlerimi sertçe silerek başımı salladım. "Önemli değil, boşver."

"Amerika, ne?" diye bastırdığında dudaklarımı yaladım.

"Luka'yı sordu."

Sinirle gözleri kısıldı. "Luka için ağladığını söyleme bana."

Luka için değil, bana yaptıkları için ağlıyordum.

"Aptalca bir soruydu," diyerek suratını sıvazladı. "Aptalca. Özür dilerim."

"Akın, buradan gidelim mi?" dediğimde başını salladı.

"Tamam," dedi. "Tamam, gidelim."

Cheiro No CangoteHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin