on yedi

590 60 4
                                    

Yaslandığım duvardan etrafta olan biteni izliyor, koridordan geçen insanları inceliyordum.

Karşımdaki sandalyede Akın oturuyordu, kafasını öne eğmiş, dirseklerini bacaklarına yaslamıştı ve öylece yere bakıyordu.

Babam kantine inmişti.

Aris ise bizi yalnız bırakmak istemediğini söyleyerek bizimle beraber gelmişti ve karşı duvarda benim gibi yaslanmış, kollarını önünde birleştirmiş bir şekilde bana bakıyordu.

Araba kazasında annemin çok yaralanmadışını söylemişlerdi. Çok ciddi herhangi bir sorunu olduğunu düşünmüyorlardı.

Zaten biraz sonra doktor içeriden çıkmış, kaburgalarındaki kırıklar, sol kolundaki ezilme ve ufak tefek yaralanmaları dışında önemli bir şeyi olmadığını söylemişti.

Ve benim ne hissedeceğim hakkında hiçbir fikrim yoktu.

Annem odaya alındığında odanın dışındaki sandalyelerden birisine oturmuş, öylece bakınıyordum. Babam yine burada değildi, Akın ise elini yüzünü yıkacağını söyleyerek lavaboya gitmişti. Aris ise kantine inmişti, muhtemelen birazdan hepsi gelirdi.

İlk gelen kişi Aris olmuştu. Yanımdaki boşluğa oturarak elindeki su şişesini bana uzattı. "Al, iç."

"Teşekkürler," diyerek şişenin kapağını açtım ve büyük bir yudum alarak kapağı kapattım.

"İyi misin?"

"Evet," dedim. "Neden iyi olmayayım?"

"Neden üzgün değilmiş gibi davranıyorsun?" diyerek kaşlarını çattı. "Üzgün olduğunu hissetmek zor değil, Alisa."

"Ne hissettiğimi bilmiyorum," diyerek doğruyu söyledim. Ardından omuz silktim.

Bir süre boş boş bekledik. Ardından sessizliği bozan ben oldum. "Neden on dokuz yaşındasın?"

Onuz silkerek arkasına yaslandı. "Amerika'da doğup büyüdüm. Ailem Türkiye'ye geri dönmeye karar verdiğinde birkaç kelime dışında Türkçe bilmiyordum. Bu yüzden bir senemi okula gitmeden geçirdim, liseye geçtiğim seneydi. Kurslara gittim, Türkçemi geliştirdim."

Başımı salladım.

"Peki basketbol?"

"Babam basketbol izlemeyi çok sever. Küçüktüm, beş-altı yaşlarında falan. Onun maçları dikkatle izlediğini görünce düşündüm ki, eğer basketbol oynarsam babam benimle ilgilenir. Çünkü, küçüktüm ve bunun işe yarayacağını düşünmüştüm. Benimle ilgilenir zannediyordum."

Evet, bunu biliyordum. Yani, ailesiyle birtakım sorunlar yaşadığını. Ancak hiçbir zaman tamamen öğrenmemiştim, pek ilgimi çeken bir konu değildi çünkü.

"Aris," dedim ve birkaç saniye duraksadım. Mavi gözlerim yeşil gözlerine kilitlenmişti. "Cumartesi gecesi-"

"Gözlerim yanlış görmüyor, değil mi?" diyen bir ses araya girdiğinde cümlem yarıda kalmıştı. Gözlerimiz Akın'a çevrildiğinde güldü. "Siz ikinizin kavga etmeden durabiliyor olması çok... Garip."

Bir şey söylemedim.

Çünkü haklı sayılırdı.

"Ben bir hava alayım," diyerek ayağa kalktım ve saçlarımı düzelterek ilerlemeye başladım.

Bahçeye çıkıp banklardan birisine oturduktan kısa süre sonra yanımdaki yerini almıştı. Akın'dan kaçıp nasıl geldiğini bilmiyordum ancak yanımda oturuyordu.

"Cumartesi gecesi için üzgünüm," diye fısıldadım. "Özür dilerim, hiç olmaması gereken aptal bir öpüşme yaşamış olabiliriz ancak her şey çok saçmaydı." Gözlerini gözlerime çevirdiğinde, yeşil harelerinde hayal kırıklığı görür gibi olmuştum. "Akın'ın bilmesini istemiyorum. Hiçbir şey yaşanmamış gibi davranalım istiyorum."

"Cumartesi gecesi," diye mırıldanarak derin bir nefes aldı ve yüzünü bana doğru çevirdi, gözleri direk mavi gözlerime bakıyordu. "Cumartesi gecesi benim için bir pişmanlık değildi."

Kaşlarım çatıldı.

Ardından alaycıl bir şekilde güldü. "Ama sen o geceyi yok saymak istiyorsan elimden bir şey gelmez tabi."

Kalktı, suratıma dahi bakmadan yanımdan uzaklaştı ve tıpkı benim gibi tek kelime dahi etmedi.

Uzun süre de etmeyecek gibiydi.

Cheiro No CangoteHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin