otuz bir

419 36 16
                                    

Bu aptal yemek hâlâ bitmemişti ve ben artık sıkıntıdan patlamak üzereydim. Babamlar kendi aralarında muhabbet ediyorlar, Akın ve Ceyda da az az muhabbet ediyorlardı ancak Metehan ve ben, ikimiz de masadan uzak bir şekilde telefonla uğraşıyor, ya da etrafı izliyorduk.

"Sıkıldın sanırım," dedi, Metehan. Koyu kahverengi gözleri ve kumral bir teni vardı, omuzları ise spor yaptığını belli edercesine oldukça genişti.

Başımı sallayarak onu onayladığımda kolunu masaya yaslayarak biraz bana yaklaştı. "İstersen seni buradan çıkartabilirim."

Durdum, düşündüm. Aslında olukça mantıklıydı.

"Bence buna hiç gerek yok," diyerek araya girdi, Akın. Suratında sahte bir gülümseme vardı ve doğrudan Metehan'a bakıyordu. "Zaten saat de oldukça geç oldu, kalkarız birazdan."

Omuz silktiğimde Akın gözlerini bana çevirmişti ve kaşlarını çatarak bana bakıyordu. "Ne?" dedim, ben de kaşlarımı çatarak. "Niye böyle bakıyorsun?"

"Adam sabahtan beri seni inceliyor," diyerek arkasına yaslandı. "Rahatsız edici."

Herhangi bir şey söylemedim. Yaklaşık yarım saat sonra kalkmış, evlere dönme kararı almışlardı zaten.

Eve girdiğimizde babam çalışma odasına, Akın da kendi odasına çekilmiş, annemse elini bileğime dolayarak beni durdurmuştu.

"Profesyonel bir voleybolcu mu?" diyerek kaşlarını kaldırdı, suratında alaycıl bir gülümseme vardı. "Bunu bu yeteneksizlikle nasıl yapacaksın? Ya da ne zaman böyle bir karar aldın?"

"Küçüklüğümden beri aklımda olduğunu biliyorsun," diyerek bileğimi annemin elinden kurtardım. "Ayrıca nesini aşağılıyorsun ki sporcu olmanın?"

"Voleybolcu olabilecek birisi değilsin," dedi, kaşlarını çatarak. "Sporculuğu değil seni aşağılıyorum. On sekiz yaşındasın, senin yaşındaki insanlar ülke ülke dünya şampiyonası geziyorlar ve sen hâlâ milli takımda bile değilsin. Ne bekliyorsun? Ben senden olacak şeyi söyleyeyim mi? Mimar, belki mühendis. Ama eninde sonunda sen de Akın da bu şirketin başına geçeceksiniz." Ardından durdu, gözlerini vücudumda gezdirdi. "Ya da modellik de yapabilirsin tabii. En azından bu işte bir şansın olur. Zaten zayıf bir vücudun var."

Neden acaba?

Yediğim şeylere engel olduğundan olabilir mi?

"Ya da, vazgeçtim. Sen bizim kızımızsın, eninde sonunda o şirketin başına geçeceksin."

"Hiçbir şey istemiyorum," dedim, ters bir sesle. "Voleybolcu olacağım ve sen de benim bir şeyler başarabildiğimi, bu konuda yeterince iyi olduğumu anlayacaksın."

Alaycıl bir şekilde güldü, ardından yanımdan ayrılarak odalarına yöneldi.

Maşalı saçlarımı ellerimle karıştırarak sıkıntılı bir nefes aldım. Bu evden de, bu aileden de nefret ediyordum.

Elimdeki kalemi sallamayı bırakarak ellerimi gözlerime bastırdım. Okul çok sıkıcıydı ve benim tek yapmak istediğim uyumaktı.

Sınıfın açık kapısından içeriye giren Aris'le kaşlarım çatıldığında dudaklarını yalayarak yanıma geldi, ardından yanımdaki boşluğa oturdu.

"Üzgünüm," dedi, birkaç saniye sonra. Elini uzatarak önüme dökülen saçlarımı geriye iteledi. "Yaptığın şeyi hâlâ onaylamıyorum ancak kızın da masum birisi olmadığını öğrenmiş olmak-"

"Aris," dedim, saçlarımdaki elini indirerek. Suratımda alaycıl bir gülümseme vardı. "Hep böyle mi olacak?"

Kaşlarını çattı. "Ne?"

"Bir şey olacak, sen beni dinlemeden yargılayacaksın. İşin doğrusunu Akın'dan öğrendikten sonra da gelip benden özür mü dileyeceksin?"

"Bu zamana kadar yaptığın şeyler düşünülünce, sana bu konuda güvenmiyor olmam çok normal değil mi?"

"Üzgünüm," dedim, alayla gülerek omuz silkerken. "Ben buyum. Her zaman böyleydim ve böyle olmaya da devam edeceğim. İstersen kötü birisin de, herkes nefret etsin benden. Bu benim nasıl birisi olduğumu değiştirmiyor. Üzgünüm," dedim, tekrardan. "Değişmeyeceğim. Üstelik burda geçirdiğim dört senemi de silemem. Belki de okuldaki herkesin üzerinde bir izim var, belki hepsine zarar verdim ancak ben buyum."

"Neden?" dedi, sakince. "Neden bunları yapıyorsun?"

"Bir sebebe ihityaç duymuyorum, bunu sen de biliyorsun."

Kısmen yalan, kısmen doğruydu. Genelde bana bir zararı dokunmayan insanlara herhangi bir şey söylemez, sessizce yanlarından geçerdim. İletişim kurmazdım bile ancak bazen sadece uğraşasım geliyordu, insanlara zarar veresim geliyordu.

"Ben..." Durdu, yeşil gözleri doğrudan gözlerimin içine bakıyordu, kafasını yavaşça iki yana salladı. "Sen cidden... Alisa..."

"Ne?" dedim, sinirlenerek. "Hadi de, de ki senin nasıl birisi olduğunu bilmiyordum, Alisa de. De ki, bilseydim sevgilin olmak istemezdim de." Dudaklarımı birbirlerine bastırdım, saatlerce oturup gülmek istiyordum, sinirlerim çok bozulmuştu. "Diyemezsin, Aris. Sen bunları biliyordum, sen bunları hep biliyordun."

Ayağa kalkarak geçmek için Aris'in de kalkmasını bekledim, bana bir şey söylemeyerek yol verdiğinde sınıftan çıkarak koridora yöneldim. Kendimi koridorun sonundaki tuvalete atarak kabinlerden birisinin içine girdim ve klozetin kapağını kaptadak üzerine oturdum.

Kendimi çok kötü hissediyordum.

Annem bir yandan, Akın bir yandan, Aris bir yandan üzerime geliyordu ve ben gerçekten çok kötü hissediyordum.

Üzerimdeki sweatin cebinden telefonumu çıkartarak babamın numarasını tuşladım, annemi arayamazdım.

"Efendim, Alisa?" diyerek telefonu açtığında birkaç saniye bekledim.

"Baba," diye mırıldandım, çekingen bir sesle. "Okulda kalmak istemiyorum. Biraz-"

"Tamam," dedi, ne istediğimi anlayarak. "Ben müdürü arayıp izin alırım şimdi. Çıkarsın okuldan."

Dudaklarımı yaladım. "Baba, annem-"

Güldü. "Annene söylemeyeceğim, Küçük Civciv."

Küçük Civciv.

Gülümsedim, aynı zamanda gözlerim de dolmuştu.

"Teşekkür ederim," diye mırıldanarak dolmuş gözlerimi kapattım ve dudaklarımı birbirine bastırdım. Babamla aramızdaki bu sevgi sözcüğünü duymayalı çok olmuştu ve kim ne derse desin, ne olursa olsun, babam benim için her zaman kahraman olarak kalacaktı.

Cheiro No CangoteHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin