Küçük Kızım

22 3 0
                                    


"Sadece hayat veren değil, hayat verip hak eden baba adını taşıyabilir."

Dostoyevski

Onunla tanıştığımda 4 yaşındaydı. Bir kâse çorba tutuyordu elinde. Güzel, altın sarısı saçları vardı ve omuzlarına pembe bir şal dolamıştı. O zaman 29 yaşındaydım ve grip olmuştum. Bu küçüğün hayatımı değiştireceğini fark etmemiştim.

Annesiyle yıllardır arkadaştık. Sonunda bu arkadaşlık bizi yakınlaşmaya, yakınlığımız aşka, aşkımız evliliğe götürdü. Evlenince üç kişilik bir aile olduk. İlk başlarda oldukça çekiniyordum; çünkü korkunç 'üvey baba' etiketi üzerime yapışmıştı. Üvey babalar artık efsaneleşmişti, gerçek anlamda öcüleşmiş ve biyolojik baba ile çocuğu arasında istenmeyen bir çıkıntıya dönüşmüştü.

Başlarda bekârlıktan babalığa geçişi kolaylaştırmak için çok uğraştım. Evlenmeden bir buçuk yıl önce evlerinin birkaç sokak ilerisinde bir ev tuttum. Evleneceğimiz kesinleştiğinde, arkadaş konumundan baba konumuna geçebilmek için onlarla daha fazla zaman geçirmeye çalıştım. Gelecekteki kızımla biyolojik babası arasında bir duvar olmak istemiyordum. Yine de onun için özel olabilmeyi arzuluyordum.

Yıllar geçtikçe ona olan düşkünlüğüm arttı. Dürüstlüğüyle, içtenliğiyle ve açık sözlülüğüyle yaşından daha olgundu. Yine de bir gün öne atılıp yapmaması gereken bir şeyi söylediğimde, 'gerçek' babası olmadığımın yüzüme vurulmasından korkarak yaşıyordum. Eğer gerçek değilsem, neden beni dinlemek zorunda olsun? Davranışlarımı ölçmeye başladım. Muhtemelen hedeflediğimden daha yumuşak davranıyordum. Sevilmek için böyle davranıyordum, hep rol yapmak zorunda hissediyordum kendimi kendim olarak yeterince iyi veya yeterli olmadığımı düşünüyordum.

Çalkantılı ergenlik yıllarında duygusal olarak birbirimizden kopmaya başladık, kontrolü kaybediyordum (en azından kafamda kurduğum ebeveynin kontrolünü). O da ben de bir kimlik arayışı içerisindeydik. Onunla iletişim kurmak gittikçe güçleşiyordu. Başlarda kolayca kurduğumuz birlik hissinden uzaklaşırken, kendimi kaybetmiş ve üzgün hissediyordum.

Kilise okulunda son sınıflara her yıl  inziva etkinliği düzenleniyordu. Çocuklara bakılırsa bir haftalık inzivayı tatil gibi görüyorlardı. Gitarlarını ve tenis raketlerini alıp, otobüse bindiler. Bunun üzerlerinde büyük bir etkisi olacak içsel bir yüzleşme olacağının farkında değillerdi. Katılımcıların ebeveynleri olarak bizden çocuklarımıza birer mektup yazmamızı istediler. Açık ve dürüst olmalıydık ve yalnızca olumlu ilişkilerimizden bahsetmeliydik. Bakıma muhtaçken bana bir kâse çorba getiren altın sarısı saçlı küçük kızla ilgili bir mektup yazdım. Hafta boyunca öğrenciler benliklerinin derinliklerine yolculuk yaptılar. Ailelerinin yazdıkları mektupları okudular.

O hafta bir gün aileler de onları düşünmek ve iyi dileklerini göndermek için toplandılar. O evden uzaktayken, ben de hep içimde olduğunu bildiğim fakat yüzleşmekten çekindiğim bir şeyi fark ettim. Başka birisi gibi davranmama gerek yoktu. Kendime karşı dürüst olursam göz ardı edilemezdim. Yalnızca yapabildiğimin en iyisini yapmalıydım. Başkası için o kadar da önemli görünmeyebilir ama bu benim hayatımın en büyük keşiflerinden biriydi.

İnzivadan dönecekleri gün gelmişti. Onları karşılamaya gelen aile ve arkadaşlarının erkenden orada olmaları istenmişti. Onları loş ışıklarla aydınlatılmış büyük bir odaya aldılar. Yalnızca odanın ön tarafındaki ışıklar parlayarak yanıyordu.

Öğrenciler neşeyle içeri girdiler, yüzleri yaz kampından dönmüş gibi kir içindeydi. Kol kola girip sıra olmuşlardı ve o haftanın konusu olarak belirledikleri bir şarkı söylüyorlardı. Kirli yüzleri yeni edindikleri aidiyet, sevgi ve özgüven ile ışıldıyordu.

Işıklar açıldığında öğrenciler onları karşılamaya ve mutluluklarını paylaşmaya gelen aile ve arkadaşlarının odada olduklarını fark ettiler. Öğrencilere geçirdikleri hafta ile ilgili izlenimlerini birkaç cümle ile anlatmalarına izin verildi. İlk başta çekingendiler ve, 'Güzeldi,'  'Harika bir haftaydı,' gibi isteksiz yorumlar yaptılar. Fakat birkaç dakika içinde gözleri canlanmaya başlamıştı. Sonunda bu uygulamanın önemini açığa vuran yorumlar yapıyorlardı. Çok geçmeden öğrenciler mikrofonun kendilerine gelmesini heyecanla bekliyordu. fark ettim ki benim kızım da sabırsızlanmaya başlamıştı. Ne söyleyeceğini beklerken, ben de onun kadar heyecanlanmıştım.

Kızımın mikrofona doğru kararlılıkla ilerlediğini görebiliyordum. Sonunda sıranın başına geldi. "Harika zaman geçirdim ve kendimle ilgili birçok şey öğrendim. Şunu söylemek isterim hayatımızdaki bazı şeyleri ve insanları hep varmış ve hep var olacakmış gibi görürüz. Oysa bu doğru değildir. Ve... Tom, seni seviyorum."

O an dizlerimin bağı çözüldü. Bu kadar içten bir şey söyleyeceğini hiç tahmin etmemiştim. Birden etrafımdaki insanlar, söylediklerinin değerini anlamış olacaklar ki bana sarılmaya ve sırtımı okşamaya başladılar. Genç bir kızın bir oda dolusu insanın önünde 'Seni seviyorum,' gibi bir şey söylemesi cesaret isterdi. Mutlulukla kendimden geçmiştim.

O günden sonra ilişkimizin boyutları genişledi. Ben üvey baba olduğumdan dolayı korkmamam gerektiğini öğrendim. Yalnızca yıllar önce tanıştığım ---kâsesinde sevgi taşıyan--- küçük kızla içten sevgimi paylaşabileceğim insan, yani kendim olmalıydım.

Manolya Kokulu HikâyelerHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin