"En sıkı ve en samimi bağlar,
bir sırrın vücuda getirdikleridir."Friedrich Sebiller
Üniversitede son sınıftayken ara tatilde eve gelmiştim. İki erkek kardeşimle birlikte geçireceğim güzel bir hafta olacak diye düşünüyordum. Kardeşler olarak bir araya geleceğimiz için o kadar heyecanlıydık ki dükkana göz kulak olmayı bile kabul ettik. Böylece annem ve babam, iki günlüğüne bir yerlere gidebilecekti. Annem ve babam minik tatilleri için Boston'a gitmeden önce babam beni dükkanın arkasına çağırdı. Girdiğimiz oda o kadar küçüktü ki; sadece bir piyano ve tekli koltuk duruyordu orada. Hatta koltukta otururken, uzanıp piyanoyu çalabilmek de mümkündü.
Ben odayı incelerken babam piyanonun arkasından bir puro kutusu çıkardı. Kutuyu açtığında ise, içinin gazetelerden kesilmiş makalelerle dolu olduğunu gördüm. Nancy Drew'ün yazdığı dedektif romanlarını o kadar çok seviyordum ki; burada olan her neyse dikkatimi çekmeyi başarabilmişti.
"Nedir bunlar?" diye sordum.
Babam ciddi bir tavır takınarak yanıtladı beni:
"Benim yazdığım makaleler ve editörlere gönderdiğim, gazetede basılmış mektuplar."
Elindeki gazete parçalarına göz atarken her birinin altında Peter Willman adını gördüğümde oldukça şaşırdım. "Böyle bir şeyi neden bize söylemedin?" diye sordum.
"Çünkü annenizin öğrenmesini istemiyordum. Okumuş olmadığım için bu yazma işinde boşuna vakit kaybedeceğimi düşünüyordu. Politikayla ilgili bir şeyler denemek istediğimde de yapmamamı söylemişti. Böyle konularda kaybedersem utanç duyacağını düşünüyordu galiba. Benim ise böyle bir derdim yoktu sadece eğleniyordum. Ona söylemeden de yazılar yazabileceğimi düşündüm ve yazdım. Gazetelere, dergilere çıkan her yazımı da işte bu kutuya topladım. Bir gün birisine göstereceğimi biliyordum ve bu kişi sen oldun."
Ben makalelerine göz atarken o da yaş dolmuş gözleriyle beni izliyordu. "Ama sanırım bu kez biraz ileri gittim," dedi.
"Yeni bir şey mi yazdın?"
"Evet, üç ay önce. Yerel dergiye komisyon üyelerinin nasıl daha iyi seçilebileceğini öneren bir yazı yolladım. Sanırım bu kez boyumu aştım."
Sevecen, iyi kalpli babamın bir yönünü daha öğrenmiştim ve ne söyleyeceğimi bilemiyordum. "Belki de sonra yayımlarlar," diyebildim yalnızca.
Babam, "Bilmem ki, belki de," dedikten sonra gülümsedi ve makaleleri puro kutusuna doldurup, piyanonun arkasına koydu.
Ertesi sabah annem ve babam otobüsle Haverhill'e oradan da trenle Boston'a geçtiler. Ben de Ray ve Peter ile birlikte dükkandaydım ve babamın kutusunu düşünüyordum. Bu zamana kadar babamın yazmayı sevdiğini bile bilmiyordum. Kardeşlerime de bundan bahsetmiyordum. Bu benimle babam arasında bir sırdı.
Gizli kutunun sırrı.
Akşama doğru dükkanın önünde otururken, annemin tek başına geldiğini gördük.
"Babam nerede?" diye sorduk hep birlikte.
Annem mağrur bir tavırla, "Baban öldü," diye yanıtladı hepimizi.
Kafamız karışmıştı, ne yapacağımızı bilemiyorduk. İçeriye doğru ilerleyen annemin peşine takıldık. Otobüsten inip trene geçerlerken babamın yere yığıldığını anlattı. Etraftan geçen bir hemşire gelip onun öldüğünü söylemiş. Annem, trene yetişmek için koşturan insanların içinde öylece kalakalmış. Hemşire, gidip polisi ve ambulansı aramış. Annem, onlar gelene kadar babamın başında beklemiş. Sonunda ambulans gelip babamı morga götürmüş. Orada babamın ceplerini boşaltmış ve kolundaki saati de alıp, gittiği onca yolu tek başına dönmüş. Annem bu acı durumu anlatırken bir damla gözyaşı bile dökmedi. Duygularını kendine saklamasıyla her zaman gururlanırdı. Biz de onun gibi dik durmaya çalışarak gelen müşterilerle ilgilendik.
İçeri giren bir adam, "Yaşlı amca nerelerde?" diye sordu.
"Öldü," diyebildim sadece.
Adam da, "Ah, çok üzüldüm. Başınız sağ olsun," dedi ve dükkanı terk etti.
Ben, babamı yaşlı bir adam olarak düşünmüyordum ve adamın bunu söyleyiş şekline sinirlenmiştim. Babam 70, annem de 60 yaşındaydı. Her zaman mutlu, huzurlu bir adamdı ve bir gün bile şikayet etmeden yıllardır annemleydi. Ve şimdi gitmişti. Artık rafların arasından onun ıslıklarını duyamayacaktık.
Cenazenin düzenleneceği günün sabahı masanın başına oturup gelen taziye notlarını ayıklıyordum. O sırada, kâğıtların altında duran yerel dergiyi fark ettim. Normalde açıp bakmazdım ama babamın gönderdiği son makale yayınlanmış olabilir diye dergiyi elime aldım ve arkadaki odaya gittim. Dergiyi incelediğimde gördüklerim karşısında ağlamaya başladım. O ana kadar dik durmaya çalışmıştım ama babamın yazdığı, komisyon üyelerinin nasıl daha iyi seçilebileceğini öneren makaleyi dergide gördüğümde daha fazla dayanamamıştım. Tekrar tekrar okuyup ağladım. Ve sonra makaleyi ve makaleye karşılık yazılan iki sayfalık övgüyü dergiden kesip, piyanonun arkasındaki kutuya yerleştirdim.
Hiç kimseye, ne anneme, ne kardeşlerime bu kutudan bahsetmedim. Kutu orada bir sır olarak kaldı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Manolya Kokulu Hikâyeler
Short StoryUmudunu yitirme, Şu hayatta bir şeyin bitişi her zaman başka bir şeyin başlamasına sebep olmuştur.