“Cehennem”
Bir taksiye atlamış, hiçbir şey konuşmadan garip, şehrin kuytu köşelerinde kalmış, karanlık bir mahalleye kadar gelmiştik. Tek katlı ve baya eski görünen evin önünde, Demir,
“Burası!” diye taksiyi durdurana kadar nereye gittiğimiz hakkında hiçbir bir fikrim yoktu.
Taksiciye parasını öderken o, ben kendimi dışarı atmıştım. Orada dikilmiş rüzgarın yüzüme çarpmasına izin verip eve bakarken arkamdan gelmiş ve beni geçmişti. Bahçe kapısını açıp önden geçmem için beklemişti. Verilen sessiz emre uyup ilerlemiş ve kapının önüne gelince durmuştum. Elini cebine atıp anahtarını buluşunu seyrederken hiç de tuhaf hissetmiyordum. Kapıyı açıp önden benim girmemi beklediğinde de yine onun isteğine sessizce boyun eğmiştim. Ardımdan kapıyı kapatırken yol boyu sürdürdüğü inatçı sessizliğini bozmuştu.
“Cehenneme hoş geldin melek!” diye mırıldanmıştı kısık bir sesle.
Bunu duymamı isteyip istemediğinden emin olamadığım için arkamı dönüp ona bakmamıştım. Etrafıma, önümdeki koridora garip ve meraklı bakışlar atıyordum. Açık mavi duvarlar bomboştu. Yeni boyanmış gibi değildi ama çok da kirli sayılmazdı. Tavan biraz basıktı. Dışardan göründüğü gibi fazla büyük bir ev değildi.
“Koridorun sonundaki oda banyo tuvalet. Bu sağdaki oturma odası, hemen karşısındaki mutfak.”
Sert sesinde hoş geldin diyen en ufak bir heyecan kıpırtısı yoktu. Bunu niye yaptığını bilmeden sadece onu izliyordum. Dudaklarının kıpırdanışını ve elinin havaya kalkıp muhtemelen benim yüzümden birkaç çiziği olan parmaklarının odaları işaret edişini izlemek bana tuhaf bir haz veriyordu. Bakışlarıma aldırış etmeden bir adım attı ve yanıma gelip durdu.
“İlerideki, banyonun solundaki oda da benim odam.”
Kafamı bilinçsizce, anladım dercesine sallamıştım. Neyi ve niye anladığımı bilmiyordum. Aklıma takılan yalnızca tek bir şey vardı ve bunu çok iyi becersem de bu kez çenemi tutmak istemiyordum.
“Kendi evine niye cehennem diyorsun?”
Sorum onu şaşırtmış gibiydi. Kaşları hafifçe havaya kalkmıştı. Cevabını beklerken her zaman olduğumdan fazla hevesliydim. Belki de ben de her zaman kendi evimi bir cehennemden farksız gördüğüm içindi. Sadece bir anlığına onu kendime benzetişim yüzünden olmalıydı bu garip merakım.
“Benim taktığım bir isim değil.” dedi basitçe kalın sesi.
Daha fazlasını sorsam anlatıp anlatmayacağından emin değildim. Üstelik eğer öyle bir şansım varsa bunu bu konuyla harcama niyetinde de değildim.
“Konuşmayı pek sevmediğini anlıyorum ama konuşmamız gerek.” dedim onun gibi ruhsuz bir sesle.
“Bu akşam mı?” dedi bu kez gerçekten sorgulayıcı bir ifadeyle.
Konuşmak istemediği belliydi ama niye istemediğini çözemiyordum. Korktuğundan mı, hatırlamak istemediğinden mi, canımı yakacağından mı yoksa sırf kendi keyfi öyle istiyor diye miydi bilmiyordum. Sert hatları hiçbir ipucu vermiyordu ve bu beni delirtiyordu. Halihazırda içimde bekleyen öfke birinkintisi bir dağa evrilmek üzereydi.
“Mümkünse bu akşam?” dedim ters bir sesle.
Ona hala kızgındım. O gün mezarlıktan sonra beni yalnız bırakışına hala kızgındım. Bu yüzden onu huzursuz etmek beni rahatsız etmiyordu.
“Peki, geç bakalım” dedi oturma odasını işaret edip.
Tereddütlü birkaç adımla gösterdiği odaya girdim. Duvarlar aynı renkti. Açık mavi ve bomboş. Sağ tarafta, pencerenin olduğu duvara dayalı iki kişilik bir kanepe duruyordu. Tam karşısında çok da yeni bir model olmayan bir televizyon vardı. Bir tane tekli koltuk ikili koltuğun hemen sağ tarafına yerleştirilmişti. Onun gördüğü karşı duvara da iki sandalyesi olan bir masa dayanmıştı. Eşyaları basitti. Bu eve göre çok da eski sayılmazdı. Temiz olduğu konusundaki fikirlerim ise yüzde elli elliydi. Kendisinin temiz olduğunu biliyordum tabi. En azından kötü kokmadığını biliyordum. Sabah ona sarıldığımda aldığım koku hala burnumdaydı. Değişik ve garipti. Ona has ve kesinlikle farklı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kırık Mavi
General Fiction"Eliz ateşle oynuyorsun." diye mırıldandı ılık nefesi tenimi gıdıklarken. "Ben..." dedim biraz daha cesurca gözlerine bakarak. "Ben ateşle oynamıyorum Demir. Ben ateşin ortasındayım, onu tanıyorum ve..." "Ve buna rağmen yanıyorum." diye bitirdi beni...