“Final”
Elimi heyecanla, sımsıkı böyle tuttuğu üç an hala tazeydi zihnimde. Birincisi en mutlu günümüz sandığımız düğün günümüzdü. Beni görür görmez yüzü heyecanla aydınlanmıştı. Bacaklarım titrerken elimi sıkı sıkı tutup yanımda olduğunu hatırlatmıştı.
“Çok güzelsin ve birazdan karım olacaksın. Sınır tanımadığın epey bir konu var ama beni mutlu etmek sanırım içlerinden en tecrübeli olduğun.” demişti gözlerime bakarak.
Kalabalığa karışmamızı isteyen müzik çalmadan hemen önce daha sıkı tutmuştum elini. İçimdeki heyecan o kadar fazlaydı ki sözlerine cevap bile verememiştim.
İkinci an güzel gözükmediğime yüzde yüz emin olduğum bir andı. Buna rağmen hayatımın en mutlu günüydü. Oğlumu, Aras’ı kucağımıza aldığımız gün.
“Buradayım. Buradayım.” deyip elimi sıkıca tutuyordu yine Demir.
Bunun iyi bir fikir olduğuna beni zorla ikna eden Seray’a gerçekten sövüyordum kendimi sıkarken. Beni böyle görmesini istemiyordum. Canım deli gibi yanarken, ağlarken ve terler içindeyken bir kez daha ıkınmıştım. Gözyaşlarım yanaklarımdan süzülürken bir kez da sinirle doktorlara dönmüştü Demir.
“HADİ AMA! BU KADAR CANININ YANMASI NORMAL OLAMAZ!?”
Hemşirelerden biri onunla sert bir tartışmaya girişmişti ve en sonunda zorla dışarı çıkarılmıştı. Seray daha sonra Semih ve Nazım Amca’nın onu tekrar içeri girmemesi için nasıl zar zor zapt ettiğini anlatmıştı. Görmesem de asi kocamın o hallerini kafamda canlandırmak ve sonradan bunu komik bir anı olarak hatırlamak benim için zor olmamıştı.
Üçüncü an ise önümüzde yükselen koca binanın açılışıydı. Herkes coşkuluydu ve Demir kurdeleyi kesen önemli bir devlet adamının hemen arkasında dururken elimi sıkı sıkı tutuyordu. Bunun benim başarım olduğunu her defasında söylese de mimarlık alanında bu otel sayesinde aldığım değişik ödüllere kadar ona inanmakta güçlük çekmiştim. Her defasında beni kendisinin keşfettiğini ve potansiyelimin bundan daha fazla olduğunu söyleyerek beni delirtse de onu hala seviyordum.
Ta ki benden ikinci çocuğu istediği ve istediğini aldığı o ana kadar. Aynı acıyı ikinci kez yaşayıp çığlıklar ve terler içinde kıvranırken ben, bir kez daha aynı şeyi yaparak doktorlarla kavgaya tutuşup kendini dışarı attırınca “Senden nefret ediyorum!” diye bağırmama engel olamamıştım. İkinci çocuğumuz Duru’yu kucağıma aldığımda ise bana bu mucizeyi sunduğu için ona tekrar, kolayca aşık olmuştum.
“Sana benziyor…” dedi ikimiz de hayran hayran beşiğine yatırdığımız bu minik mucizeyi seyrederken.
“Çok güzel… Saf… Adı gibi Duru…”
“Yalan söylemeyi hala beceremiyorsun.” dedim hafifçe gülümseyerek.
Duru da tıpkı abisi Aras gibi babasına benziyordu. Kapkara gözleri, bir bebeğe göre uzun siyah kirpikleriyle daha küçücükken bile ileride ne kadar güzel bir genç kız olacağını belli ediyordu.
“Bence bu bir işaret” dedi son derece ciddi bir sesle.
“İşaret mi?” dedim şaşkın şaşkın.
İkimizin de ses tonları Duru’yu uyandırmamak için kısıktı.
“Evet.” dedi kendinden emin bir sesle.
“Üçüncü kez şansımızı denememiz gerekiyor.”
Ona gerçekten mi dercesine kaşlarımı çatarak bakınca tam bir şapşal gibi sırıttı. Arkadan elini belime dolayıp beni kendine çekti ve boynuma bir öpücük kondurdu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kırık Mavi
General Fiction"Eliz ateşle oynuyorsun." diye mırıldandı ılık nefesi tenimi gıdıklarken. "Ben..." dedim biraz daha cesurca gözlerine bakarak. "Ben ateşle oynamıyorum Demir. Ben ateşin ortasındayım, onu tanıyorum ve..." "Ve buna rağmen yanıyorum." diye bitirdi beni...