“Gönüllü bir tutsak gibi…”
Karanlığın içinde bir salıncaktaydım. Sert rüzgar salıncağı aheste aheste sallıyordu. Yeniden küçük bir çocuktum. Hayallerinde kurduğu dünyada mutlu bir ailesi olan, abisinin peşinden koşturan, annesinin kucağı en sevdiği şey olan küçük bir kız. Sonra aniden görüntü değişti.
Bir yatakta buldum kendimi. İçimdeki mutluluk hissini kocaman bir boşluk almıştı. Kocaman ve doldurulması imkansız bir boşluk. Hiçbir şey hissetmiyordum. Acı bile yoktu. Gözlerim tavana kilitlenmişti. Beyaz olması gereken tavan son derece kirliydi ve ben yalnızdım. Yalnız. Kelime zihnimde yankılanır yankılanmaz nefesimi verdim ve zihnime aynı anda saldırıya geçen düşünceleri durdurmaya çalıştım. Tek başıma, yapayalnız ve kapkaranlıktım. Hatırlamaya zorladım kendimi. Nerede olduğumu, ne yaptığımı hatırlamaya çalıştım ve nihayet üçüncü görüntüye ulaştım.
Duvarlar maviydi. Masmavi. Sanki bilerek böyle boyamış diye düşündüm. Koridorda duvarlara ellerimi değdirerek yürüdüm ve en sondaki odanın önünde durdum. Bir kahkaha sesi yükseldi içeriden. Gülüyordu. Kalbim onu da bu gülüşü de tanıyordu. Kaşlarımı çattım ve kime böyle içten güldüğünü görmek için kapıyı hızla açtım. Orada yatağının üstündeydi. Yüzünde bugüne kadar gördüklerimden bile daha güzel, sıcacık bir gülümseme vardı. Gerçek gibi dedi iç sesim ve kucağındaki havaya kaldırıp oynarken kahkahalara boğulduğu, bugüne kadar gördüğüm en güzel çocuğa çevirdim bakışlarımı.
İçeri girmem onların neşesini bozmamıştı. Demir yattığı yerden kucağında çocukla bana dönüp “Gelsene!” derken çocuğun gözleri beni tanıyormuş gibi üzerimdeydi. Simsiyah ve korkusuz gözlerin kimim eseri olduğunu biliyordum.
“Anne! Gel!”
Çocuğun ağzından dökülen ilk kelimeyi duyunca da ikinci mimarın kendim olduğunu idrak edebildim. İçime yavaş yavaş yayılan mutluluk hissi beni heyecanla doldururken hemen onların yanına gittim. Demir kenara kaydı ve bana yer açtı.
“Aras bir daha söyle oğlum! Hadi anne de bakayım!”
Onu kucağında hoplatıp gülerek öperken Demir tek düşündüğüm çocuğumuzun ismiydi.
“Aras.” diye mırıldandım keyifle, sanki dünyanın en güzel şeyini söylüyormuşum gibi.
Dudaklarımda bastırılamaz bir gülümsemeyle onları seyretmeye devam ederken aniden dışarıdan başka bir ses duydum.
“Eliz!”
Tanıdık ses zihnimin tek hakimi olurken görüntü ani bir hızla silindi. Gözlerimi bu güzel rüyadan uyanmanın huysuzluğuyla açtığımda Demir kravatını düzeltiyordu.
“Günaydın…” dedim ona gülümsemeyerek bakarak.
Yatakta gerindim ve rüyamdan sahneler aklımda dolaşırken gülümsememi yine bastıramadım. İçimi sıcacık eden o his beni hala terk etmemişti.
“Rüya mı görüyordun?” dedi hoşnut olmadığını belli eden bir sesle.
“Evet?” dedim şaşkın şaşkın ona bakıp sorunun ne olduğunu anlamaya çalışarak.
“Ne gördün?” dedi kravatıyla uğraşmayı bırakarak.
Omuz silktim. Vereceği tepkiyi bilmediğim için ona şimdi söylemek beni korkutuyordu.
“Hiç…” dedim.
Durdu ve birkaç saniye yüzüme baktı. Cevabım onu gerçekten hiç tatmin etmemiş gibiydi ama yine de ceketine uzandı ve konuyu değiştirdi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kırık Mavi
General Fiction"Eliz ateşle oynuyorsun." diye mırıldandı ılık nefesi tenimi gıdıklarken. "Ben..." dedim biraz daha cesurca gözlerine bakarak. "Ben ateşle oynamıyorum Demir. Ben ateşin ortasındayım, onu tanıyorum ve..." "Ve buna rağmen yanıyorum." diye bitirdi beni...