“Tıpkı kalbi gibi, kırık mavi…”
Yağmur gibiydi. Şeffaf, ıslak ve kararlı. Bir fırtına habercisiydi adeta kocaman açılmış gözleri. Kalbimde kopacak büyük kasırganın habercisiydi. Maviydiler. Buz mavisi… Gökyüzü kadar özgür ama bulutlar kadar kapana kısılmış… Okyanusta tutsak olmuş bir balık gibi; hem özgür, koca okyanus onun; hem zincire vurulmuş, çıkamaz o sudan… Daha ilk görüşte anlamıştım onun rengini. Maviydi o, gökyüzü gibi, okyanus gibi. Maviydi işte o, tıpkı kalbi gibi kırık mavi…
Uzun süredir farkında olmadan tuttuğum nefesimi verdim ve iki elim arasındaki kitabı hızla kapadım. Telaş içinde, sanki yanlış bir şey yapmışım gibi yataktan fırladım ve karşımdaki dolaba aldığım yere tıkıştırdım. Rastgele başka bir kitap seçtim ve nefesimi düzene sokarak yatağa geri döndüm. Arkama yaslandım ve içimdeki deli merakla kapağını açtım. İlk sayfa temizdi. Ama ikinci sayfa, boş bırakılan sayfa, diğer kitaptaki gibi karalamalarla doluydu. Bu seferki bir bütün gibi değildi. Yarım bırakılmış bir sürü, birbirinden bağımsız cümleler hiç de simetrik olmayan şekilde siyah bir kalemle eski, solgun kitap sayfasına yazılmıştı. El yazısı aynıydı. Parmaklarımı yazının üzerinde hafifçe gezdirerek okumaya başladım.
“Çok karanlıktı, her yer zifiri karanlıktı ama direniyordum. Neye direndiğimi bile bilmeden, acıyı sırtlanmış yürüyordum. Yumruğumu salladıkça intikamımı alıyordum.”
“Bilmek istediğim tek bir şey var: Hala mı umutlusun?”
“Yarın karanlık. Dün daha aydınlıktı. Dünde yaşama şansım yoksa niye hala ölmüyorum?”
“Sorgulama bitmiyordu. Gece karabasan gibi üzerimdeydi. Cehennem hiç olmadığı kadar dardı sanki. Duman altı evde kaçacak, saklanacak her bir delik doluydu. Dışarı çıkmak tek şansımdı. Zihnimi boşaltmak, kelimeleri kağıda döküp, tek tek tüm harfleri boğarak öldürmek ve hepsini sonsuza dek susturmak için dışarı kaçmak tek şansımdı.”
“Peki ya rüyalar? Onlara inanır mısın? Gerçek olma ihtimalleri ne sence? Söylesene kırık mavi? Kalbin gerçekten rüyalarında bile bu kadar kırık mı?”
Kelimelerin arasında kaybolmuş, güçlü bir büyünün etkisinde gibi tamamen odaklanmış bir şekilde cümleleri tek tek okurken odanın öbür ucundaki masada duran telefonum çalmaya başladı. İçimdeki garip korkuyla kitabı hızla kapadım ve aldığım yere götürüp telefonuma koşturdum. Sanki yakalanmışım gibi zar zor yutkunarak telefonu elime aldığımda telaşa hiç gerek olmadığını fark ettim. Arayan liseden tek sevdiğim hocamdı. Akıl sağlığımı bu kadar koruyabilmemin tek sebebi rehberlik hocam Canan Hanım.
“Alo?”
“Eliz? Canım tercih sonuçları açıklanmış bakma fırsatın oldu mu?”
Sesi ters bir tepki vermemden çekinir gibi çekimser olduğuna göre Kürşat’ı da birilerinden duymuş olmalıydı.
“Hayır… Hayır hocam daha yeni haberim oldu.”
“İşin yoksa okula gel birlikte bakalım. Hem biraz da laflarız ne dersin?”
Birkaç saniye düşündükten sonra bu teklifi kabul ettim.
“Tamam hocam ben yarım saate gelirim.”
“Bekliyorum canım, görüşürüz.”
Telefonu kapatıp derhal üzerimi değiştirirken kitaplardaki yazılar aklımdan uçup gitmişti. Tek düşünebildiğim tercih sonucumdu. İçimi kaplayan korkuya engel olamıyordum. Yazdığım yerlerin yüzde doksanı şehir dışındaydı. O evden kurtulmak için bunu yaparken kafam nasıl da rahattı oysaki. Şimdi buradan gitmek, bu şehri, bu evi terk etmek beni delicesine korkutuyordu. Sanki tanıdığım, bildiğim her şeyi kaybetmek ve bilinmezliğe doğru sürüklenmek gibiydi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kırık Mavi
General Fiction"Eliz ateşle oynuyorsun." diye mırıldandı ılık nefesi tenimi gıdıklarken. "Ben..." dedim biraz daha cesurca gözlerine bakarak. "Ben ateşle oynamıyorum Demir. Ben ateşin ortasındayım, onu tanıyorum ve..." "Ve buna rağmen yanıyorum." diye bitirdi beni...