“Çakıl taşları ve kum taneleri…”
Son sözünü söylemişti ve arkasını dönüp beni bu lanet çukurda bırakmak üzereydi. Beni yalnız bırakmayacağını söylüyordu ama bunu denemiştik. Onun bana bakıcılık yapmasını istemiyordum. Beni sevmesini istiyordum ve yaptığı da buydu. Eğer şimdi gitmesine izin verirsem, şimdi, bana bir kez daha her şeyi anlattıktan sonra gitmesine izin verirsem bu onu anlamadığım anlamına gelirdi. Şartları eşitlemişti. İkimiz de birbirimizin tüm karanlık sırlarını aydınlatmıştık.
“Gidemezsin…” dedim titrek çıkan sesimle.
Koltuktan kalmaya gücüm yoktu ve sesim gerçekten berbat ötesiydi. Hemen arkamda kapının orada duraksadığını görmesem de hissedebiliyordum. Aptal bir çocuk gibi burnumu çektim ve ağlamaktan kızarmış ve tekrar yaşlarla dolmuş gözlerimi sildim.
“Bu gece yanında mı kalmamı istiyorsun? Eğer iyi hissetmiyorsan…”
Kalın ve ciddi sesiyle bunu söylerken araya girdim.
“Bilmiyorsun.” dedim.
“Hala anlamıyorsun.”
“Neyi?” dedi sabırsızca.
Ayaklarımın beni yarı yolda bırakmamasını dileyerek kalktım ve bir adım kenara geçip ona döndüm. Aramızda sadece birkaç adımlık mesafe vardı ve ben aptal gibi bir kez daha burnumu çekmiştim. Yüzümün çoktan ezilmiş bir domatese dönüştüğüne emindim ama yine de bunu gözlerine bakarak yapmak istiyordum.
“Bir kere anlatacağım tamam mı? Bir kere anlatacağım ve bir daha tekrar etmeyeceğim…”
Sabırla bir nefes verdi ve susarak bekledi. Kararlı bakışları içimdeki her şeyi ortaya serme isteğimi tetikliyordu. Onun korkularını ilk defa bu kadar net görebiliyordum. Anlattıklarından sonra ne hissettiğini daha iyi anlıyordum. Bu basit bir üstünlük taslama savaşı değildi. Sözleri beni belki ikna edememişti belki önceden ama yaşadıklarını bilmek, onu tamamen anlamak demekti şimdi.
“Bunun kavgasını seninle bir kez daha etmeyeceğim. Tüm bu sen benim için fazla iyisin olayının kavgasını bir kez daha yapmayacağız.”
Aklımdakileri toparlayamadığım için cümlelerin birbirinden bağımsız, anlamsız kelimeler gibi geliyordu kulağıma ama o sanki dünyanın en önemli şeyini söyleyecekmişim gibi bakıyordu gözlerime.
“Ben… Ben sensiz geçirdiğim o dört yılın üçünde bir psikoloğa gidiyordum. Seni…”
Nefesimi verdim ve tüm kelimelerimin aynı anda zihnime hücum etmesini engellemek için biraz duraksadım. Yapacaktım. Ona anlatacaktım.
“Seni ona ilk kez anlatırken kelimeler kendiliğinden döküldü ağzımdan. Hayat maviydi benim için dedim. Kocaman uçsuz bucaksız bir denizde yüzüp durmak. Ondan önce denizin dibi çakıl taşları doluydu. Sert, can acıtıcı. Durup dinlenemezdim. Sürekli yüzmek zorundaydım. Sürekli devam etmek zorundaydım. İlerlemek zorundaydım ve ben doğru dürüst yüzme bile bilmezdim. Bu yüzden ondan önce binlerce kez boğuluyormuş gibi hissettim ben. Ciğerlerim suyla doluyor ve nefessiz kalıyormuşum gibi. Ama sonra…”
Dikkatli bakışları daha yoğun bir şekilde kilitlendi gözlerime.
“Sonra o geldi. Elimi tuttuğu an… Hatta… Hatta nerede başladığını tam olarak sorarsanız gözleri gözlerime ilk değdiği an her şey değişti. Yine denizdeydim. Yine korkuyordum. Yine tam olarak yüzmeyi bilmiyordum ama altım artık kumdu. Ayaklarımı yere basabiliyordum. Nefeslenmek için durabiliyordum. Onun bana yaptığı buydu. Şimdi o yok ve tüm bu taşlar yine canımı acıtıyor. Ben boğuluyorum, ben ölüyorum ve devam etmek içimden bile gelmiyor dedim.”
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kırık Mavi
Ficção Geral"Eliz ateşle oynuyorsun." diye mırıldandı ılık nefesi tenimi gıdıklarken. "Ben..." dedim biraz daha cesurca gözlerine bakarak. "Ben ateşle oynamıyorum Demir. Ben ateşin ortasındayım, onu tanıyorum ve..." "Ve buna rağmen yanıyorum." diye bitirdi beni...