“Tek gerçeğim…”
“Buradaydı! Resmen buradaydı ama yanıma gelemeyecek kadar korkaktı! Bu kadar anladın mı Seray!”
Evin salonunda bir o tarafa bir bu tarafa yürürken, hala içimdeki dışarı çıkıp etrafa tekrar bakınma isteğimi bastıramamıştım. Kafenin etrafında neredeyse beş kez tur attıktan sonra etrafta olmadığına ikna olmuştum ama biliyordum, oydu. Ondan başkası olamazdı bunu yapan.
“Tamam. Tamam bence de mantıklı olan bu biliyorum. Ama yanına gelmemesinin sebebi bence bu değil Eliz. Hayri çoktan adamlarını salmıştır üzerine. Yanına gelip seni de tehlikeye atmak istememiştir. Adam seni önemsiyor niye bunu ters yönden algılıyorsun!?”
Olduğum yerde durup, koltukta rahatça oturan Seray’a döndüm. İçimdeki bastırılamaz öfke patlama noktasına ulaşmıştı.
“Ben ona ağlaya ağlaya yalvardım. Gitme dedim. O tercihini yaptı tamam mı? Beni önemseseydi-“
“Ne? Ne yapacaktı? Seni peşinde mi sürükleyecekti? Bu sana mantıklı geliyor mu gerçekten?”
“Offf!” dedim koltuğa, hemen yanına kendimi bırakarak.
Tartışmak, Seray’la tekrar aramı bozmak istemiyordum ama kendime engel olamıyordum. İçimde dolup taşan duygularım o kadar birbirine zıt, o kadar karmaşıktı ki ne düşüncelerim mantıklı geliyordu ne de onun söyledikleri. Sanki günlerdir nerede olduğunu deli gibi merak etmiyormuşum, onu hiç düşünmüyormuşum gibi şimdi etrafımda olmasına kızıyordum.
“Bilmiyorum tamam mı?” dedim kızgın sesimle kafamın içindeki tüm sesleri susturarak.
“Tek bildiğim diğer herkes gibi o da beni bırakıp gitti. Bu kadar.”
“Fazla acımasızsın.” dedi beni kınayan bir sesle.
“Resmen uzaktan çaresizliğimi izleyip gitti…”dedim kendi kendime acınası bir sesle.
Aklımın bir köşesi, kalbimle hala savaş halindeydi. Umudum içimde yeniden yeşermeye başlamıştı ve bu beni deli gibi korkutuyordu. Aşırı tepki vermemin belki de asıl sebebi buydu. Ama kendime tüm bunları itiraf edemezdim. Onu özleyemezdim. Burada olmasını dileyemezdim. O pastayı gönderenin o olmasını isteyemezdim. Tüm bunları istersem, sadece bir kere dilersem hayatımın bağlı olduğu o ipin ucunu elimden kaçırırdım. Yeniden tek başıma, yıkılmış umutlarım ve hayal kırıklıklarımla kalamazdım. Güçlü olmalıydım. Yalnız ve güçlü. Tek başına, dimdik ve ayakta. Ona ihtiyacım olmamalıydı.
Peki ya nefes almak bile acı verirken hala kalbime, ona ihtiyacım nasıl olmazdı? Sadece burada olması fikri bile beni böylesine deliye çevirdiyse, içimi böylesine karıştırdıysa ya karşıma çıksaydı? Ona bir kez daha yenilmekten başka ihtimalim var mıydı?
Nefesimi verdim ve düşünmeyi kesmeye çalıştım. Başka ihtimalim yoktu. O ve karanlığı ne zaman karşıma çıkarsa çıksın beni yenebilecek tek güçtü. Bu artık tek gerçeğimdi.
***
(Demir)
“Söyle!” dedim telefonu açarken.
Adımlarımı hızlandırdım ve kafamı eğerek yürümeye devam ettim.
“Abi Seray aradı bir daha.”
“Ne dedi?”
“Sıçtı ağzıma ne diyecek. Seni sorup duruyor. Israrla bilip bilmediğimi sordu. Yeni bir numara kullanıp kullanmadığını sordu.”
“Sakın! Semih vermedin değil mi?”
“Hayır abi yapar mıyım?”
“Aferin. Başka?”
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kırık Mavi
General Fiction"Eliz ateşle oynuyorsun." diye mırıldandı ılık nefesi tenimi gıdıklarken. "Ben..." dedim biraz daha cesurca gözlerine bakarak. "Ben ateşle oynamıyorum Demir. Ben ateşin ortasındayım, onu tanıyorum ve..." "Ve buna rağmen yanıyorum." diye bitirdi beni...