“Keşke...”
“Ağlama daha fazla ne olur…” dedi Seray saçlarımı yüzümden çekerken.
Beni kahvaltıya indirmek için gelmişti ama ona arkamı dönmüş bir vaziyette yatağın içinden çıkmamakta ısrarcıydım.
“Ona git dedim… Onu gönderdim… Elinde olan bir şey bile değildi Seray…”
Cılız sesim ağlamaklıydı.
“Bunu anlayacaktır. Senin onu anladığın gibi o da seni anlayacaktır.” dedi endişeli sesiyle.
Anlayamazdı. Kimse bir insana babasına kıyamadı diye kızmazdı. Kimse bir insanın yıllar sonra bulduğu babasına zarar vermesini beklemezdi çünkü. Ama ben ve hastalıklı zihnim bunu sindiremiyordu. Canımın bir parçasını götürmüş o adamın ikinci parçasını da benden almasına resmen izin veriyordum.
“Eliz yapma ne olur… Hadi kalk, elini yüzünü yıka kahvaltı edelim birlikte hadi…”
Kaç dakikadır başımda bana yalvarıyordu Seray ama o kadar boş hissediyordum ki yerimden bile kıpırdamak zulüm gibi geliyordu.
“Hiçbir şey yapmak gelmiyor içimden Seray…” dedim gözlerimi elimin tersiyle silip.
Burnumu çektim ve ona doğru dönüp doğruldum.
“Yaşamak koca bir yük gibi geliyor artık anlıyor musun? Abimle birlikte ölmüş olmayı diliyorum. Ya da keşke o adamlar Kürşat’ı öldürürken beni de öldürseydi…”
“Şişşt!” dedi hemen kızarak.
“Ben de kızgınım ona. Ben de kızgınım babasının Hayri denen o adam çıkmasına ama böyle şeyler söyleme Eliz ne olur… Bak bana… Bak ben nasıl devam ediyorum yoluma? Nasıl her gün yataktan kalkacak gücü buluyorum kendimde? Sen de bulacaksın tamam mı? Kızma kendine, işkence etme kendine ne olur… Sadece biraz zaman ver…”
“Geçmeyecek…” dedim başımı iki yana sallayarak.
Gözlerimi acıtan yaşları yine tutamıyordum.
“Belki de düzelir. O hala hayatta, sen hala hayattasın. Belki de zamanla-“ diye umutlu bir sesle konuşmaya başlayınca,
“Hayır!” dedim karşı çıkarak.
“O adamın yüzüne nasıl bakarım ben Seray? Abimi benden aldığını bile bile nasıl kabul ederim böyle bir şeyi?”
“Belki de Karaaslan fikrini değiştirir demek istemiştim.” dedi üzgün sesiyle.
“Tamam belki sıkmaz kafasına o adamın ama senden vazgeçemeyeceğini anlar.”
İç çektim ve bir kez daha elimin tersiyle gözlerimi sildim.
“İki şeye aynı anda sahip olamayacağını dün gece çok iyi anladı. Bir daha geri dönmeyecek Seray biliyorum.”
“Eliz…” dedi çekingen sesiyle.
“Bak gerçek bir tavsiye istiyorsan bende bir tane var ama kızmayacağına söz ver.”
“İnan kızacak halim yok…” dedim yorgun sesimle.
“Bak istediğin kadar inkar ben bu hayatta Karaaslan’ın senden daha fazla değer verdiği başka bir insan olduğuna inanmıyorum. Çok basit sebepler sunabilirim sana. Mesela sen cehennemde kalmaya başladığından beri o evde hiç parti yapılmadı. İnan bana eskiden o eve giren çıkan belli olmazdı. Ya da mesela sen hayatına girdiğinden beri daha az içiyor. Onun ayık gezdiği zamanlar çok azdır biliyorum ben. Daha büyük bir şey arıyorsan para meselesi mesela.”
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kırık Mavi
General Fiction"Eliz ateşle oynuyorsun." diye mırıldandı ılık nefesi tenimi gıdıklarken. "Ben..." dedim biraz daha cesurca gözlerine bakarak. "Ben ateşle oynamıyorum Demir. Ben ateşin ortasındayım, onu tanıyorum ve..." "Ve buna rağmen yanıyorum." diye bitirdi beni...