Karanlığa Alışmak

116 9 0
                                    


Şişmiş, altları morarmış gözleriyle uzun zamandır tavanı izliyordu. Aklını sabit bir düşünceye veremiyor, anıların ve hayallerin içinde yüzüyordu. Çoğu zamansa yüzemiyor, kendinde boğulup dibe batıyor, bir zaman sonra onu boğan anılar içine saklanan bir benliğine sarılıp tekrar yüzeye çıkıyordu. Kendisini güldürende öldürende daima yine kendisiydi çünkü.

Yatağından usulca doğruldu. Gözlerini bir türlü benimseyemediği ve belki de bu yüzden hep kendini bir misafirlikte hissettiği odasında gezdirdi. Kirli, havasız ve dağınık bu yerde ne kadar zamandır uyuyor, bilmiyordu.

Ve yine başlıyordu işte. İçindeki biyolojik saatin alarmı çalıyordu. Duvarlar sağa ve sola yalpalanıyor, tavan alçalıp yükseliyordu. Terliyor, çok terliyor, aynı zamanda üşüyor ve her yeri kaşınıyormuş gibi hissediyordu. Birazdan kaslarının da kontrolsüzce kasılmaya başlayacağını biliyordu. Henüz zihni kendisine aitken, kendisine itaat ediyorken yapmalıydı. Zamanı gelmişti.

Yoksunluğun vücudundaki işaretleri git gide artıyordu. Ve biliyordu ki tüm bunlar, kahrolası bağımlılığının sıradan bir evresiydi.

...

Bir gramı için kendini satanları görmüştü. Hırsızlığın her türlüsünü, ailesini soyanları dahi... Gurur ve şereften yoksun canlılardı onlar. İnsanlığı terk etmiş, literatürde geçmeyen başka bir türe dönüşmüş yaratıklardı. Sadece insan kabuğu kalmıştı üzerlerinde. Acıdan kaçmaya çalıştıkça daha fazla acıya batan korkaklardı her biri. Ve hiçbiri umursamıyordu artık benliğini. Zaman içerisinde alışıyorlardı karanlığa. Tunç da işte onlar gibi, gün ve gün alışıyordu aşağılıklığına. Çünkü kendine acımaktan uzun zaman önce vazgeçmişti. Yeni Tunç'u yavaş yavaş kabulleniyordu zihni ve aynı zamanda korkuyordu içten içe. Eroinden... Dönüştüğü yeni kişilikten deli gibi korkuyor, yine de o kişiliğe ve eroine sarılıyordu sımsıkı.

Damarlarında dolaşan kimyasalın adı önemsizdi aslında. Mal, beyaz, eyç, kireç, cevher... Eroinin mahlas ve lakaplarıydı her biri. Aslı elbetteki diasetilmorfindi. Aslı karanlıktı.

...

Yatağının altına gizlediği poşete uzandı. İçinde birkaç enjektör, biraz mal, kısa bir serum lastiği ve ucu bükülmüş bir kaşık vardı. Listede bir eksik vardı ama. Ceketinin ceplerini yokladı. Sigara içmiyordu Tunç, lakin Buna rağmen her zaman yanında bir zippo taşırdı. Onu aksesuarı olarak görür, onunla kendini daha değerli hissederdi.

Küçük bir torbanın içindeki beyaz tozu dikkatlice kaşığa döktü. Nede olsa dozu iyi ayarlamalıydı. Olması gerekenden azı, etkiyi ve etki süresini azaltırdı. Fazlası ise yoğun bakımda açılan kanlı gözler ya da o departmanın bir alt katındaki soğuk dolaplara girmek, yani acısız bir ölüm demekti.

6 saat kadar etkisini hissedeceği eroin, Antalya'nın en safı değildi. Parası ancak krizi atlatabileceği kadarına yetiyordu. Farkındaydı; artık işin keyfi boyutu geride kalmış, zaruri eylemlerin gölgesinde, acılar içinde kıvranma safhası başlamıştı onun için.

...

Özel olarak şat için hazırlanan eroin, içinde az miktarda limon tuzu bulunduruyordu. Kristal olarak etkisiz olduğundan çözelti halinde tüketilmeliydi. Ağız yoluyla da kullanılabilir, fakat etkisi daha az ve tesiri geç olurdu. Burundan da çekilebilir, fakat bu yöntem yeni başlayan ve şov meralılarınca tercih edilirdi. Etkinin en yoğun olduğu yöntem, eroinin direk kana karışmasını sağlayan şattı. Damardan -malda herhangi bir zayıflamaya mahal vermeden- direk beyne...

...

Kaşıktaki toza, buharlaşmayı da hesaba katarak az miktarda su ilave etti ve yaktığı çakmağı, kaşığın altına tuttu. Sıvı, hafif köpürdüğünde ve kaynama noktasına yaklaştığında çakmağı savurarak kapağını kapattı. Ardından masanın üzerindeki sigara paketine uzandı. Bir sigara çıkarıp filtre bölümünü kopardı. Filtrenin ucunu kaşıktaki sıvıya batırdı ve filtreyi sıkıp havasını boşalttı. Filtreyi gevşettiğindeyse homojen olarak karışan mal emildi. Bunu yapmalıydı, çünkü ancak bu şekilde eroinin içindeki çözünmemiş partiküllerden kurtulmak mümkün olabiliyordu.

İçmese de evinde her zaman sigara bulundururdu. Tabii filtrelerini ayrı satsalardı buna gerek kalmayacaktı. Enjektörün iğnesini filtreye batırdı ve beyninin kimyasına nüfus edecek sıvıyı çekmeye başladı. Heyecanıyla birlikte krizin etkileri de an ve an artıyordu, fakat acele etmesi de gerekmiyordu. En az bir saat kadar daha idare edebileceğini ve mevcut bilincini koruyabileceğini tahmin ediyordu.

Turnikeye ihtiyacı yoktu artık. Serum lastiğini kullanmayı uzun zaman önce bırakmıştı. Kısacası, onun için zayıf kollarında damar bulmak işin en kolay kısmıydı. Sol kolunda uzananlardan bir tanesini seçti. Az sonrasının hayaline kapılan zihni, henüz malı hissetmeden, sakinliğe ve mutluluğa ilk adımını atmıştı. Parlayan gözleriyle derisini delen iğnenin ucuna odaklandı. Usulca saldı eroini vücuduna ve o sırada bir gözü de duvar saatinin saniyesini izliyordu. 15-20 saniye yeterli olacaktı. Acele edemezdi. Çünkü enjektörü hızlıca boşaltmak intihar etmenin farklı bir yoluydu sadece. Malı boşalttığı an, şırınganın ardını biraz asıldı ve damarlarında ilerlemekte olan bir miktar kanı çekti içine. Bu sefer daha hızlı bir şekilde boşalttı şırıngayı. Buna flaş deniyordu ve etkiyi hızlandırmak için yapılıyordu.

İlk etki bedeninin ürpermesi ve titremesi oldu. Beynine ulaşan sıcaklığı ve kaslarına yayılan gücü hissedebiliyordu. Her ne kadar uyuşturucu da olsa kimyasalların ilk etkileri dinçlik ve cesaret hissiydi. Yatağına uzandı ve bir an için tavanın canlandığını düşündü. Duvarlar hala dalgalanıyor, yatağı sanki gökyüzünden düşüyormuş gibi bir his veriyordu ona. Sessizlik gitgide arttı. Krizin etkisi azalıyor, yerini hissizlik, yerini umursamazlık, yerini halüsinasyonlar alıyordu. Gitgide büyüyen bir mutluluk hissi yayılıyordu ruhuna. Hissedebiliyordu bunu.

Gerçek hüzünleri, sahte mutluluklarla gölgeliyordu. Üç boyutlu dünyaya ihtiyacı yoktu artık. Çünkü beyni, -kimyasalların emriyle- istediği filme istediği sonu koyabiliyordu.

...

Kaybedecek bir şeyi kalmayan insan, kendini hiç olmadığı kadar cesur hisseder. Çoğu kişi işte tam da böyle anlarda tanışır eroinle. Oysa o, saklanılan bir kuytudan çok, kucağına atlanan bir düşmandır.

Birileri daha hızlı ve daha çok kazanacak diye birileri hep ölür. Kimisi bir AK 47'yi terk eden bir mermiyle Orta Doğu'da, kimisi açlıktan, Afrika'nın zengin ve sömürülen topraklarında, kimisi bir sapığın altında kan kaybından, çocuk yaşta zorlandığı fuhuş ile Uzak Doğu'nun ücra bir ülkesinde, kimisi de -yağmurdan kaçarken yakalandığı doludan- beyazın büyüsünden, gerçekleri kabullenememesinden ve kaçmaya çalışmasından, kaçamamasından... Eroinden ölür.

Ölürler ve saflarına geçecek olan diğer potansiyel cesetlere yer açar her biri. Bu yüzden dünya, kaybedecek bir şeyi kalmayanların harcandığı bir kumarhanedir. Ölülerin ve kaybedenlerin üzerinden geçinen bu sisteme ise ''gelişmişlik'' denir. Bu, yedikçe açlaşanların sofrası, ilkelleştikçe geliştiğini sananların ideolojisidir. Halbuki aslı parazitlik ve asalaklıktır.

...

BEYAZIN TONLARIHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin