Tunç... Arka sokakların derinliklerine düşen, toprağına korku, toprağına cehalet işlemiş bir tohumdu. Sevgiden çok, nefretle sulanmıştı. Hayata ve insanlara karşı sonsuz bir nefretle...
Ölüm için verimli topraklarda boy attı. Dallarından zehirli meyveler sarkıyordu. Kendisinin de tadına baktığı, sindiremeyip kustuğu meyveler...
Kendiyle gurur duyuyordu belki, ama yaptıklarıyla gurur duyuyor muydu? Dönüştüğü şey tam olarak istediği şey miydi yani? Bilmiyordu. Ama inanıyordu ki, içinde bulunduğu kişilik ve eylemleri, yapıp yapabileceğinin en iyisiydi.
Artık ona günah yoktu. Kötülük ya da iyilik yoktu. Kitabının ön sözünde ''Öl ya da yaşa!'' yazıyordu. Yaşayacaktı. Hastanede atlattığı acı seanslarının birinde, titreyen dudaklarının seslendiremediği lakin ruhunun derinliklerine çığlıklar atarak bir söz vermişti. Kendine bir söz... Dünya her ne kadar sırtını dönse de güneşe, o dönmeyecekti. Yaşamak ve inandığı bu yolda zirveye ulaşmak için her hücresiyle savaşacaktı.
Vicdanını uzun zaman önce öldürmüştü. Artık çok daha rahat uyuyabiliyordu. Kendisine acı verecek her davranışını acımadan öldürüyor, zihni ile içten içe yeni bir Tunç yoğuruyordu. Her gün biraz ölüyor, öldüğü kadar da doğuyordu. Nihayetinde her insan kendine gebeydi.
...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BEYAZIN TONLARI
General FictionMert, yasaların halkların menfaati için var olduğunu sanacak kadar kör, Tunç, zalim ve karanlık saçan bir sistemin, ancak daha zalim ve karanlık bir sistemce yok edilebileceğini düşünecek kadar nesnel. Nitekim Tunç'un hakkını vermeli: zira iyiliğin...