Üç saatten fazladır hareketsizce yatıyordu. Her ne kadar aksi için dirense de araladı göz kapaklarını. Bir şeyler onu derinlerden yüzeye çıkarmıştı. İrkildi bir an. Ve kapının şiddetle çalındığını fark etti. Üşeniyor, kendisini kapıdan kilometrelerce uzakta hissediyordu. Doğruldu hızlıca. Kendini dahi şaşırtan bir dinçlikle kapıya dek yürüdü. Kapının ardında bekleyen adamın söylendiğini duyabiliyordu. Kapıyı hızla kendisine doğru çekti ve sorgusuz sualsiz içeriye dalan adama kızgın bir şekilde baktı.
''Ne oluyor lan bu saatte? Ha! Ne istiyorsun göt Fatih.''
''Abi, bir şey oldu!.. Cem...''
''Ne olmuş oğlum Cem'e? Yine enselenmiş mi salak?''
''Hayır abi. Adam ölmüş... Tinercinin biri takmış bıçağı. Otları, beyazları da kapmışlar cebinden şerefsizler.'' Tunç, hala açık olan kapının eşiğinde bekliyor, kulaklarına çarpan sözcüklerin anlamlarını ve sonuçlarını düşünüyordu.
''Ne yani, herif öldü mü lan harbiden?''
''Bizim elemanlardan biri görmüş. Apar topar hastaneye götürdük ama kurtaramadılar çocuğu. Seni de aradım aslında. Telefonun kapalıydı. Ulaşamadım. Ben de atladım geldim işte.
Abi... İyi misin?''
O sırada Tunç, duyduklarının halüsinasyon mu, yoksa gerçek mi olduğunu düşünüyordu. Fatih'i önünde bekledikleri kapının dışına itti aniden. Kapanan kapının ardından birkaç küfür savurdu ve mırıldandı kendi kendine.
''Nedenini biliyorum. Evet... Dozu yine fazla kaçırdım ve aklım bana oyunlar oynuyor. Öyle olmalı. Yatmalı, acilen uyanmalıyım. Kahretsin! Yine işe geç kalacağım.''
...
Fatih, Tunç'un uçtuğundan emindi. Ona ne söylerse söylesin ciddiye almayacak, anlamayacaktı. Koluna baktı. İmitasyon saati sekizi on geçeyi gösteriyordu. Bara dönmeliydi. Nasıl olsa 2-3 saat içinde Tunç'un da bara geleceğini biliyordu.
Onların günü gece başlıyor, güneş yüzünü gösterinceye dek devam ediyordu. Antalya'nın karanlık soytarıları, gece animatörleriydi onlar. Pis işlerin, abazaların, orospuların, sarhoşların, eğlencenin ve gecenin uşaklarıydılar.
Antalya'nın eğlence merkezi olan Kale İçi, sezonu henüz açıyordu. Barlar Sokağı olarak da bilinen bu semt, her ülkeden binlerce insanı sabaha dek müziğe ve alkole boğuyordu. Kralların soytarıların ayağına gittiği nadir bir mekandı Kale İçi. Ve bu dünyada krallıklar –her zaman olduğu gibi- sadece banknotların üzerlerine kurulmuştu.
...
Saatine göz attı sokağa adımını atmadan önce. Geç kalmadığını görünce rahatladı. Kapıda bekleyen iri yarı iki adama başını sallayarak selam verdi.
''Vay!.. Tunç Bey? Teşrif edebildiniz sonunda.'' Ses, önünü kesen kırklı yaşlarında, takım elbiseli, kısa boylu bir adamdan geliyordu.
''Hayırdır şef? Mesaileri Tokyo saatine göre mi yapıyoruz artık?''
''Bırak dalga geçmeyi de yerine geç hemen. Biliyorsun, Cem artık yok. Onun vardiyasını Erkan'a verdim. Sabahtan beri barın arkasında çocuk.''
''Cem Nerede ki?''
''Oğlum saçma saçma konuşma. Öldü ya herif. Fatih de sabahtan beri onunla uğraştı. Neyse. Böyle olacağı belliydi. Cem'e kaç kez dedim, bırak şu illeti diye. Dinleyen kim. Su testisi su yolunda be Tunç. Tabii bu senin için de geçerli... Sen siktir et şimdi onu. Hadi geç yerine.''
''Cem?'' Tunç, barın içine giden koridorda şaşkın ve afallamış bir şekilde ilerliyordu. Şattan sonra gördüğü kabusu düşündü. Ve akabinde Fatih'in kendisine söylediklerini anımsadı. ''Tinercinin biri takmış bıçağı abi. Hastaneye götürdük... Kurtaramadılar.''
Cem'i çok sevmezdi. Hatta bazen nefret dahi ederdi ondan. Nede olsa onu bağımlı yapan Cem'di. Mal satmak için arkadaşlarını keş yapabilecek bir adamdı o. Yine de üzülmüştü onun için. Birçok kez yardımını görmüş, beraber zaman geçirmişlerdi. Ve içten içe acıyordu Cem'e. Ölmek için henüz çok genç olduğu için... Ama gebermenin de bir kuralı yoktu işte. Doğmak gibi bir mucize, ölmek gibi sıradan bir durumla dengeleniyor, sihri, büyüsü sönüp gidebiliyordu insanın. Ve bu muhtemel son, her nasılsa ilk kez oluyormuş gibi karşılanıyor, dumura uğratıyordu herkesi. Bu komikti işte. Planlarımızı bozan şeylere şaşırmamız komikti. Ölüm varken hatta, öyle kesin ve kati planlar yapmak gerçekten çok komikti.
Holden geçip barın gürültüsüne adım attı. Hemen sağında sevişen iki adamı iğrenerek geçti ve önünde birbirine yapışmış gibi görünen iki kadın dans ediyordu. Tiksiniyordu tüm bu insanlardan. Çünkü lezbiyen ve geyler için L&G, içinde debelendiği bu şehrin sahip olduğu tek mekandı. Antalya içinde küçük bir Hollanda'ydı. Cinsel tercihini utanmadan ve kültürel baskı altında ezilmeden yaşayabilen insanların cenneti, sıradanlıktan sıkılmışların eğlence merkeziydi.
Donuk bakışlar ile barın ardına geçti. Düşünüyor ve düşündükçe kafasının içinde sorular biriktiriyordu. Birden endişe sardı tüm bedenini. Bir soru büyüyerek geldi üzerine. Peki şimdi...malı kimden alacaktı? Elindeki eroin onu ancak iki gün idare edebilirdi. Acilen bir kaynak bulmalıydı. Hoş, bulsa dahi Cem kadar ucuza vermeyecekti hiçbiri. ''Fatih hep Cem'le takılır. Malları kimden aldığını biliyordur muhtemelen. Ona sormalıyım. Kesin bilir. Beş vakit namaz dışında bilmediği şey yoktur pezevengin.'' diye geçirdi içinden. Bu onu biraz olsun rahatlamıştı. Boş bardaklara votka dolduruyor, bir yandan da kokteyl hazırlıyordu. Nihayetinde Antalya ağzını açmış, alkol bekliyordu ondan. L&G'nin daha çok sarhoşa ihtiyacı vardı. Hesaplar ödenirken hiç kimse ayık olmamalıydı. Kale içinin kuralıydı bu; ya ayık ol ve bir beden tavla, ya da sarhoş ol, tecavüze uğra ve soyul.
...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BEYAZIN TONLARI
General FictionMert, yasaların halkların menfaati için var olduğunu sanacak kadar kör, Tunç, zalim ve karanlık saçan bir sistemin, ancak daha zalim ve karanlık bir sistemce yok edilebileceğini düşünecek kadar nesnel. Nitekim Tunç'un hakkını vermeli: zira iyiliğin...