Işığın Sonsuz Özgürlüğü

13 4 0
                                    


          ''Polis! Kapıyı aç. Bize zorluk çıkartma.''

Kabusunun henüz son bulmadığını düşündü önce. Fakat kabusu hala duyabiliyordu. Birileri kapısını tekmeliyor, bağırıyordu: ''Polis! İçeride olduğunu biliyoruz. Zorluk çıkarmadan aç şu kapıyı. Direnme.''

Hızlıca kalktı yatağından. Kaçmak düşünülemezdi bile. Koşar adım kapıya yöneldi. Şaşırmamıştı. Nihayetinde kendini hazırladığı bir durumdu bu. Tahmininde yanılmıyorsa eğer, tüm bu yaygara birkaç ayına mal olacaktı ve acılı bir süreç kendisini bekliyordu.

Gözlerini yumdu. Damarlarındaki kimyasalların ona verdiği hazza yoğunlaştı. Son demleriydi ve özleyecekti bu hissi.

Şayet gözden kaçırdığı bir şey yoksa, onun satıcı olduğuna dair herhangi bir kanıt bulamayacaklardı. Tek korkusu Salih ya da Rıfkı'nın ötmesiydi. Zulasını güvenli bir yere nakletmiş, evde sadece kendine yetecek kadar eroin saklamıştı. Yatağın altına bakmak ilk yapacakları şey olsa da bu onu endişelendirmiyordu. İçici olduğunu anlamaları için yüzüne bakmaları da yeterdi.

Tüm düşüncelerinden kopup kapının kolunu kavradı ve onu aşağı ittiği anda kendini yerde buldu. Birisi kollarını tutmuş, sırtına bastırıyordu. Omuzlarındaki acıyla birlikte soğuk bir metalin bileklerini sardığını hissetti. İçeri daldıkları anda odalara dağılan adamlar her yeri inceliyor, tüm odaları didik didik kontrol ediyorlardı. Yanından geçip hızla içeriye yönelen köpeği gördü. Bir adamı deli gibi havlayarak yatak odasına doğru sürüklüyordu.

Bekledi. Sorulacak soruları, tehditleri, midesine inecek bir yumruğu belki de... Bedeni yerde yüzükoyun yatarken o, şimdiden cevaplarını düşünmeye koyuldu.

...

Bir hafta sonra-

''Tahmin edersin ki bu zorunlu bir tedavi süreci. Ama bilmeni isterim, öncelikle bunu senin istemen lazım. Bak, tekrar soruyorum; eroinden tamamen kurtulmak istiyor musun?..''

Başını doğrulttu ve doktorun yakasına iliştirilmiş karttaki yazıları okudu. ''AMATEM İstanbul Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi Nöroloji Uzmanı Dr. Çetin Sakarya.''

Elleri ve ayakları yatağa sabitlenmiş, karşısındaki otuz yedi ekran televizyon ve bir de damar yolu açılmıştı. Bu, sadece yoksunluk hissi çok ağır geçen bağımlılar için dört gün boyunca uygulanan bir önlemdi. Gözleri kızarmış, teni solmuştu. Krizin hat safhalarını yaşıyordu şu an. Verdikleri ilaçlar az da olsa ağrılarını kesiyor, fakat yetmiyordu. Bir türlü içinde yükselen açlığı bastıramıyordu. Bir iç savaştaydı şimdi. Savaşan da, savaşılan da kendisi olan bir iç savaş...

Sürecin en zor yanı kramplardı. Bedenindeki hiçbir kas onu dinlemiyor, her biri bağımsızlığını ilan etmişçesine karşı geliyordu ona. Eroinin yüksek ağrı kesici özelliğine alışan bedeni, acılarla boğuşuyordu şimdi. Birkaç saat önce atlattığı nöbet yüzünden yatağına kusmuş, doktoruna yalvarmış, etrafına küfürler savurmuştu. O andan sonra yüzüne korkusuz ve nefret dolu bir ifade yerleşmişti. Bilincinin derinliklerinde rezilliğinin utancı olsa da, yüzeyde ihtiyaçlarının acımasız hırsı, çıkmış olduğu insanlığın izleri vardı sadece.

Yatağının yanında duran beyaz önlüklü adamın söylediklerini duymaya, duymakla yetinmeyip anlamaya çalıştı. Donuk bakışlarını, yaka kartından koparıp onun dudaklarına kaydırdı. Sesler bir müddet havada duruyor, sonra birden kulaklarına hücum ediyordu adeta. Algısı bir an düşüyor, sonra aynı hızla yükseliyordu.

''Sana diyorum. Bu pislikten gerçekten kurtulmak istiyorsan şayet, sana yardımcı olabilirim.'' Duyduğu kelimeler anlaşılır ve düzenliydi bu sefer. Başının ağrısı da azalmıştı sanki. İçindeki savaş nihayete ermiş, kazanılan zafer, bilincini ve algılarını usulca geri vermişti ona.

''Benim ne istediğimin bir önemi var mı gerçekten? Eğer ki bir önemi varsa...''

''Tabii ki önemli. Bak, üç gündür buradasın ve bir haftaya kadar kimyasalların fiziki bağımlılık etkileri ortadan kalkacak. Geriye psikolojik bir arzu ve ihtiyaç duygusu kalacak. Bu noktada senin ne istediğin elbette ki çok önemli. Bedenin eroine olan bağımlılığını kaybetmiş olsa da beynin onu tekrar hissetmek isteyecektir. Şayet böylesi bir durumda tekrar eroine yöneleceksen, demek istediğim onunla savaşmayacaksan, seninle boşa vakit harcamak istemem. Yardımıma muhtaç ve o yardımı gerçekten isteyen ve hak eden hastalarım var benim. Beni anlıyor musun?'' Tunç, başını aşağı yukarı yavaşça salladı. ''Biz tedaviyi bir aya sonlandıracağız ve sonunda denetimli serbestlik hakkına kavuşacaksın. Bir yıl boyunca her ay sürekli olarak herhangi bir devlet hastanesine gidip test olacaksın. Test sonuçları bize ulaşmadığı zaman, göründüğün yerde yakalanıp tekrar buraya getirileceksin. Dediğim gibi; kurtulmak senin elinde. Ne istiyorsan onu yapabilirsin. Ama sakın zamanımı boşa harcama.''

...

Pencereye doğru baktı. Gözlerini kıstı ve içeriye giren güneş ışığı demetlerini fark etmeye çalıştı. Güneşi düşündü. Ve ışığı... Işık hep oradaydı aslında. Karanlık falan yoktu. Dünya sadece, sırtını dönüyordu ona. Karanlıktan uzaklaşmak istiyordu artık. Kurtuluşu ve ışığı kabullenmek istiyordu. İçindeki değişimi hissedebiliyordu. Özgürlüktü bu. Ve usulca sızıyordu ruhuna.

Fısıldadı önce: ''Kurtulmak istiyorum.'' sonra biraz daha yükseldi sesi: ''Kurtulmak istiyorum.'' ve ardından bir feryat koptu ruhunda, bir çığlık terk etti ince ve çatlak dudaklarını:

''KURTULMAK İSTİYORUM !''

...   

BEYAZIN TONLARIHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin