Küçük bir çocuk, tuvalet kapısının aralığından bakıyordu. Bir adam yere oturmuş, fayansla kaplı duvara yaslanmış, gözleri sonuna dek açık, hareketsizce tavanı izliyordu. Çocuk bilemezdi. Daha önce kimse ona ölmekten bahsetmemişti. Daha önce hiç ceset görmemiş, ruhsuz bir bedenin soğukluğunu hissetmemişti.
Uyuyor sandı elbet. Kapıyı ardına kadar açtı ve yerde duran şırıngaya ilişti gözü. Ucundaki kanı fark etti ardından. Ve nitekim o kanın ait olduğu yeri biliyordu. Birkaç ay önce canını yakan da aynı şekilde görünen bir şırıngaydı. Evet, hatırlıyordu. Acıyı her ne kadar tanısa da, henüz ölüm hakkında en ufak bir fikri yoktu. Yine de seziyor, bir şeylerin ters gittiğini hissedebiliyordu.
''Baba!''
Küçük çocuğun dudaklarını terk eden tiz çığlık, evin her köşesine yayıldı. Korku ve endişeye bürünen ses, o ana dek sakin ve mutlu olan bir kadının kulaklarına çarptı. Merak ve telaş içinde koşarak, korkmuş çocuğun yanına geldi ve kapının hemen önünde durdu. Baktı ve gördü... Çığlığını tutmak istercesine ellerini ağzına götürdü, fakat yakalayamadı acı dolu feryadını. Boğazını yırtan bir gürültüyle yere düştü kadın.
Diz çökmüştü, fakat böylece durmaması gerektiğini idrak edebiliyordu. Kendisine ağlamaklı bakan çocuğu kucağına alıp odalardan birine koştu. Titreyen parmaklarıyla telefonun tuşlarına bastı. Bakışlarını tavana sabitlemiş adam, nefes almayı 12 dakika önce bırakmıştı oysa.
...
Selim eroini hiç tanımıyordu aslında. Kafasına ulaşıyor, beyazına kanıyor, asıl rengi olan siyahlığını fark edemiyordu henüz. Ve her farkındalık büyütmüyordu insanı. Dibe de çekebiliyordu bazen...
Bir an için dahi olsa unutmak, uzaklaşmak ve duygularını, hatta bedenini kontrol edememek hoşuna gitmişti. Şu ana kadar her şeyi kontrol etmişti de ne olmuştu? Yığınla borç ve kendisini tehdit eden bir ortak mı? Hayat, çok çalışan ve planlar kuranların hayal kırıklıkları üzerine kurulmuştu. Bunu anlaması, daha doğrusu bunu kabullenmesi tam 30 yılını almıştı. Anladığında ise kendinden, tüm gerçeklerinden kaçmak istemişti. Mevcut durumdan kaçış mümkün değildi elbet. O da kafa açma, sabrını arttırma üzerine yoğunlaştı. Ve zamanla esrarın verdiği hayali destek kesmemeye başladı onu. Daha derine dalmak, olabildiğince uzaklaşmak ve mümkünse şayet, kendine suni bir dünya kurmak istiyor, bir an için de olsa başka biri olmayı arzuluyordu.
Eroin bir efendiydi. Satın alındığı taktirde seni satın alan bir efendi. Ve onun kölesi olmayı kabullenene, duygusuz, korkusuz, umursamaz, -ve sahte de olsa- mutlu olmayı vaat ediyordu. Her insan gibi, onun da gördükleri, görmek istedikleriyle sınırlıydı. Ve Selim'in görmek istedikleri çoğu zaman yalanlardan ibaretti.
Selim'i Selim yapanları yıkmayı, üzerine basıp geçmeyi, gülmeyi, her şeye rağmen gülmeyi ve belki biraz da ölmeyi vaat ediyordu ki, vaat ettiklerini de veriyordu. Özellikle ölmekle ilgili olan kısmı, büyük bir cömertlik ile...
O gün de yine o kaçışların sıradan seanslarından birindeydi Selim. Tek gayesi biraz daha derine dalarak kendini uzaktan izlemek ve tüm duygularını geride bırakıp her birini silmekti. Ve sildi. Kendini... Mert ve Gonca'nın hayatından, eroin adlı silgiyle sildi. Hayatın geri dönüşüm kutusu yoktu. Pişmanlık denilen şey bu yüzden vardı işte. Fakat şimdi bir pişmanlık da yoktu. Hiçbir şey yoktu. O yoktu. Sildi, fakat aynı zamanda hayatlara kazıdı kendini. Mert ve Gonca'nın içine sindi. Özlemlerine sızıp geleceklerini becerdi. Merkez üssü Selim olan bir depremde kaybetti kendini. Ardında iki depremzede bırakıp çekip gitti.
...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BEYAZIN TONLARI
General FictionMert, yasaların halkların menfaati için var olduğunu sanacak kadar kör, Tunç, zalim ve karanlık saçan bir sistemin, ancak daha zalim ve karanlık bir sistemce yok edilebileceğini düşünecek kadar nesnel. Nitekim Tunç'un hakkını vermeli: zira iyiliğin...