Beyazın Tonları

25 3 0
                                    


Mert'in evrimi-

6 ay boyunca düşündü. Hiç durmadan, aralıksız düşündü. İçindeki izlerin aksine, yüzünde tek bir iz dahi kalmamıştı. Anlaşılan tüm birikimini sunduğu estetik cerrahı işini oldukça iyi yapmıştı. Yine de öncekinden çok daha çirkin ve yaşlı hissediyordu kendini. Sadece soğukta yüzü biraz sızlıyor, ona yabancılığını hatırlatıyordu. Bunun dışında somut başka bir sorunu yoktu. Zor olsa da kendine, yeni çehresine yavaş yavaş alışıyordu.

Geçen 6 ay boyunca birçok şeyi fark etmişti. Kabullenmek istemediklerini kabullenmiş, gerçekleri inkar etmektense vazgeçmişti. İdrak etmişti çünkü; içinde bulunduğu birimi ve o birimin insanlar üzerindeki psikolojik etkisini. Nihayetinde birilerinin kötülük ile mücadele ettiğini, halk adı altında toplanan herkesin bilmesi gerekiyordu. Ödedikleri verginin karşılığını aldıklarını hissetmeliydiler. Böylece, olmayan düzeni ve sahte huzuru eleştirmemeliydiler. Kölenin düşünmeyeni, halkın sessizi makbuldü.

Yönetenlerin çıkardığı her kanun, uyguladığı her reform, yönetilenleri sakinleştirmek ya da onlara altın kafesler sunmak içindi. Asıl yönetenin kendileri olduğunu sanmaları için...

İnsan, kusurları olan ve bu kusurları görmezden gelmeyi huy edinmiş, yarım yamalak bir canlıydı. Ne yazık ki kurulan sistemler kağıt üzerinde mükemmel görünse de, işin içine insan faktörü girince her türlü kusursuzluk, yerini işlevini yitirmiş bir mekanizmaya bırakabiliyordu. Konumunu, kişisel çıkarları doğrultusunda kullanmayan insan var mıydı? Ne yani; polis olmasına rağmen trafik cezası ödeyen birini hiç göremeyecek miyiz?

Mert ''Daha''nın farkındaydı. Farkında olmak yetmiyordu. Yine de onu anlayamıyordu. Nefret ediyordu bu kelimeden. Her telaffuz ettiğinde midesi bulanıyor, gözleri kararıyordu. ''Daha. Daha. Daha!...''

''Daha'' en sevdiğimiz, en çok kullandığımız kelimeydi. Her şeyin dahası vardı çünkü. Evimizin, arabamızın, bedenimizin, işimizin, hatta eşimizin dahi bir dahası vardı. Hayal adlı silahımızın şarjörünü ''daha''larla doldurup sıkıyorduk şakaklarımıza. ''Amaç'' ile ''daha'' arasındaki uçurumu göremiyor, ulaşılan amaçların başarısını yaşamaktansa, ulaşılamayanların hüznünü yaşıyorduk hep. Ve sistem size o ''daha''lara ulaşma şansı tanıyordu. Tek şartları bu yolda onların halkı, belki hani biraz da, kölesi olmanızdı. Hepsi bu!

...

Elleriyle boğmuştu geçmişini. Mert'i katletmiş, o geçmişten sadece Tunç sağ kurtulmuştu. Bir mermi yüzünü, bir fikir ruhunu değiştirmişti. Tunç...

Başka biriydi artık. Kanıtı hayatıydı. Mert olmak için doğmamıştı o. Yaşadığı her şey onu Tunç'a yönlendirmiş, Tunç olmaya zorlamıştı.

Bir savaşı vardı ve mağlubiyet diye bir ihtimali yoktu. İçinde olmalıydı. Her şeyin... Oysa Truva atının içindeki asker olmak ilgisini çekmiyordu. Daha çok, bir Truva vatandaşı olmak istiyordu o. Ne Odysseus ne de başka bir komutanı tanıyordu. İlk seçtiği cephe birkaç düşman öldürmeyi vaat ediyordu sadece. O ise karşısında duracak bir düşman kalmasın istiyordu. Ve Mert, o düşmana karşı bir mermiydi, Tunç ise bir fikir... Ve Vendetta'nın da dediği gibi, fikirler kurşun geçirmezdi. Çoğalır ve yutardı insanları. Ortada ne düşman kalırdı ne de bir cephe.

Tunç, yönetenin de, yönetilenin de kendisi olacağı bir imparatorluğun adıydı. İlk savaşı, ilk galibiyetiydi. Sistemin sistemsizliğini kemiren, kanını emen ve büyüyen, büyüdükçe güçlenen bir kötülüktü. İyiliğin kötülüğü yenemediği bir devirde doğmuştu çünkü. Hal böyleyken iyinin kötüleşmesi de şaşılası değildi. Hele ki o kötülük ülkece, insanlıkça, nefsi müdafaaya giriyorsa...

...

Gerçeğe ulaşmak için yalan olmak gerekirdi bazen. İçinde yaşayacağı yeni koşullar, yeni bir mekan, yeni bir yüz ve yeni bir isim onu tam anlamıyla bir yalan kılabilirdi ancak. İsminden kurtuldu önce. Sonra da şehrinden... Kendini ait hissettiği bir şehir hiç olmamıştı zaten. Olamazdı. Bir şehri, içindeki insanlar değerli kılardı çünkü. İçindekiler sizi şehre bağlardı.

Kolay olmuştu. Yalan söylemekten öte, yalanın ta kendisi olmak... Zor olan eroinin kişiliği üzerindeki etkilerini kontrol altında tutmaktı. Lakin kimisinin cehennem diyebileceği bir geçmişten geliyordu o. Bir şekilde cehennemlere bağışıklık kazanmıştı artık. O da, zifiri karanlığa adım atan her göz gibi, zaman içerisinde etrafını fark etmeye başlıyordu. Alışıyor, alıştıkça da karanlığın dozunu arttırıyordu. Arttırdıkça içindeki Mertler ölüyor, arttırdıkça içinde Tunçlar doğuyordu.

Beyazın tonları vardır, bilinmez.

İnsan gibi; görünürde bir renk, içinde bin ton.

_

BEYAZIN TONLARIHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin