''Öğretmen olmak istiyorum. Hem de matematik öğretmeni.''
''Tamam da Alp, bunun için çok çalışman gerektiğini biliyorsun öyle değil mi?''
''Çalışırım o halde. Ne olacak ki?''
''Sen söyle bakalım ufaklık. Büyüyünce ne olmak istersin?''
''Bilmem. Belki ben de öğretmen olurum. Matematik öğretmeni değil ama. Başka bir öğretmen.''
''Ne öğretmeni mesela?''
''Hm... Galiba beden eğitimi öğretmeni... Çocuklarla spor yapar, top oynarım. Sence de güzel olmaz mı Rıfat amca?''
''Peki, sen nasıl istersen öyle olsun. Ama senin de çok çalışman lazım. Öyle herkesi beden eğitimi öğretmeni yapmazlar, bilmiş ol.''
''Kimi yaparlar ki? Ben olabilir miyim sence? Ha Rıfat amca?''
''Dengeli beslenir, spor yapar ve tabii derslerine çok çalışırsan neden olmasın, olursun tabii.''
''Olacağım. Göreceksiniz.''
...
Beden eğitimi öğretmeni olmadı ama. Ve olmayı da zerre kadar istememişti aslında.
Aklına kazınan geçmişi her geçen gün biraz daha deşmişti. Oradaki her şeyi tekrar yaşıyor, tekrar tekrar izliyordu. Donuk bir şekilde tavana veyahut kapı aralığından kendisine bakan gözleri... Tüm o kareler aniden karşısında beliriyor, onu hazırlıksız yakalıyordu. Bu durum, bir an için de olsa -ki mevcut ruh hali önemsiz- onu yeniden keder ve hüzne sevk ediyor, yüzüne çarpan bir tokat gibi sersemletiyor ve hatırını tazeleyip yaşanan ve yaşanacak mutlu anları dahi gölgeliyordu. Anımsadıkları, her geçen gün flulaşacağına netleşiyor, gün geçtikçe başka ayrıntılar gözüne çarpıyor ve düşündüklerine, yargılarına şekil veriyordu. Babasının damarlarına aşırı doz eroini salan enjektörü, fayansların rengini ve komodinin üzerinde duran parayı... Ve sonra tekrar eroini... Şüphesiz ki, Pandora'nın Kutusunu açan anahtar oydu. O enjektör ve içindeki... İçine girdiği bedene ve geleceğe ölüm saçıyordu.
Bilmek istedi. Babası kanına neyi karıştırmıştı? Nereden bulunabilirdi? Fiyatı, üretim yeri, içeriği... İşe yarıyor muydu gerçekten? Zira ölümü göze aldıklarına göre işe yarıyor olmalıydı. Araştırdı. Okudu. Kullananları buldu ve onları dinledi. Empati kurdu. Acılarına ve o acılarından kaçışlarına tanık oldu. Ve bir karar verdi. Savaşa tanık değil, -artık- dahil olacaktı.
...
İstemese de onu bekleyen bir gelecek vardı. Babasının üzerine sıçmış, annesininse sıvamış olduğu...
Mert, kaybetmenin vermiş olduğu sarhoşluğu atlatamıyordu. Umursadığı ne varsa yitirmiş ve yitirdikçe gülmeyi, oynamayı, çocuk olmayı unutmuştu. Alışmak mevzu bahisse de, bunun bir hayli vakit alacağını tahmin edebiliyordu. Her şeye öylece, olduğu gibi alışmak da istemiyordu zaten. Ama her bir boka da alışıyordu insan. Hüzne, kaybetmeye, bir hücreye, bir insana, insansızlığa ve ölmeye bir şekilde alışıyor, -beklenmedik olayların gölgesinde durduğunu bilmesinden ve bu aksiliklerin şüphesizliğinden belki de- mutlu iken dahi her an mutsuz olmaya hazırlanıyordu. Ağlıyor, zırlıyor kabulleniyordu nihayetinde. Çünkü yaş bakmaksızın acı dağıtıyordu hayat. Ya da insan insana acı dağıtıyor, bizlerse hayatı suçluyorduk.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BEYAZIN TONLARI
General FictionMert, yasaların halkların menfaati için var olduğunu sanacak kadar kör, Tunç, zalim ve karanlık saçan bir sistemin, ancak daha zalim ve karanlık bir sistemce yok edilebileceğini düşünecek kadar nesnel. Nitekim Tunç'un hakkını vermeli: zira iyiliğin...