Hayat Kumarhanesinde Sıradan Bir Gün

10 2 0
                                    


Yakın bir gelecek-

Sıradan bir gün, sıradan bir istikamet ve yine sıradan bir yük ile E 80'den O2 karayoluna doğru ilerliyordu. Zihninde, bir an önce kasayı boşaltıp uyumak vardı. Biraz da kumar oynamak belki. Uykusunu ve yevmiyesini alınca tabii... Edindiği tecrübeler o mereti uykusuz oynamayacağına dair söz verdirtmişti kendisine. Yapmayacaktı bunu.

Kumarın her türlüsünü seviyordu Kazım. İddia, at yarışı, kağıt, zar, okey... İçinde kaybetmeyi, kazanmayı ve özellikle şansı bolca barındıran her şeyi seviyordu. Kazım'ın suçu değildi bu. Her insan koşuyordu içinde başarı ihtimali olan başarısızlıklara. Kazandıkları kaybettiklerinin yanında devede kulak kalsa da, tüm bunlarla mutlu olan ve anı yaşayan hayalperestlerdi onlar. Kazım gibiler... Kumarhane denen yer sıradan bir lokanta, kumarbazlarsa sıradan açlardı. Umut yer, pisliğe batmış bir gelecek sıçardı her biri. Hemen hemen hepsinin okuyan bir evladı, evde yemek bekleyen bir eşi vardı. Doydukça açlaşan bir iştahla tüm o insanları hiç düşünmeden satarlardı. Ve işte Kazım da onlardan fazlası değildi. Parmakları 6 saattir direksiyonu kavrıyordu. Kamyonun dorsesini dolduran ve ne oldukları hakkında hiçbir fikri olmayan ıvır zıvırlar, gemiden yüklenen ikinci yüküydü onun. Bir saat kadar daha dayanmak zorundaydı. Dayanırdı da. Beyaz şeritleri 10 saat aralıksız izlediğini bilirdi Kazım.

...

O2 kavşağına yaklaşıyordu ki, ilerisindeki çevirmeyi fark etti. Yarısına geldiği sigarasını memnuniyetsizce attı yola ve hızlıca emniyet kemerini taktı. Polisin kendisine verdiği işaretle sağa yanaştı ve ekip aracının tam arkasında durdurdu kamyonu. Direksiyonun altındaki bölmeyi açtı. Küçük bölmeden sigorta poliçeleri, faturalar, fişler ve çeşit çeşit makbuzlar taşıyordu. Aralarından ehliyet ve ruhsatı buldu ve aceleyle indi araçtan. Yüzüne sahte bir sırıtış ekledi ve elindekileri karşısındaki polise uzattı.

''İyi görevler memur bey. Buyurun, bakın. Her şey tamdır.'' Ruhsatın sadece ilk sayfasına göz atan polis memuru diğer arkadaşına döndü.

''Aracımız bu amirim.''

''O halde siz beyefendiyle ilgilenin, biz de aracı arayalım.''

Kazım ne olduğunu anlamadan kendini polis aracının içinde buldu. Konuşmada geçen ''Aracımız bu.'' sözü, bunun rutin bir kontrol olmadığını fısıldıyordu ona. Yine de her an polislerden birinin gelip ona: ''Yanlış bir anlaşılma olmuş efendim. Buyurun evraklarınız.'' demelerini bekliyordu. Tam da bu beklentinin oluştuğu anda açılmıştı yanındaki kapı. Fakat aracın içine süzülen adam polis gibi görünmüyordu. ''Sivil olmalı.'' dedi içinden. Fakat... Yanına oturan adamın belinden çıkarttığı silahı Kazım'ın başına dayamış, onun gözlerinin içine bakıyor oluşu aklındaki tüm senaryo ve ihtimalleri yerle bir ediyordu. İrileşen gözlerle bakıyordu yanındaki adama. Korku, bedenine biraz geç yayıldı. Sonuçta önce şok, ardından korku işgal ederdi insanı.

''O ne abi? Dur! Beni başkasıyla karıştırıyorsunuz. Lütfen abi! Çek şu silahı başımdan.'' O sırada aracın yanına doğru gelen polis memurunu görünce umutlandı. Çok emindi. Özür dileyeceklerdi ondan. Fakat polis ona bakmadı bile. Aracın yanına eğilip aceleyle bir şeyleri sökmeye koyuldu.

Şakağındaki metalin soğukluğunu hissederken aynı anda polisin elindekileri gördü ve gördüğü şey kaskatı kesilmesine neden oldu. Araçtan sökülen yazılara, çıkarmalara baktı çaresizce. Anlamak çok zor değildi. Zaten zihni de deli gibi haykırıyordu ona. ''Salak! Soyuluyorsun işte. Görmüyor musun? Onlar polis filan değil!''

Ne yapabilirdi ki. Uyumak istiyordu oysa. Ya kumar? Daha sonra da oynayabilirdi. Yaşar mıydı? Ölü doğmuştu zaten. Kadere inanıyor ve onu sevmiyordu. Biraz da bu yüzden hayatını çalmış gibi tüketiyordu. Peki korkuyu ne yapacaktı? Yaşayacak, hissettirdiklerine katlanacak mıydı? ''Sadece beklemeli.'' diye düşündü. Birazdan salarlar belki. Ya da? Her neyse...

...

BEYAZIN TONLARIHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin