Arka Sokaklar, Gölgelerin Başkentidir

10 3 0
                                    


          Ter içinde, nefes nefese çiğniyordu altından hızla kayan kaldırımları. Mert'in işi buydu artık, kendini adadığı şey buydu; kaçan değil, kaçılan olmak.

Kovalamakta olduğu torbacının asla durmayacağını biliyordu. Arkasından koşmaya devam ediyor, Edirne'nin ince bağırsaklarına doğru hızla ilerliyordu. Onlar ilerledikçe ıssızlığa ve gecenin koyuluğuna gömülmüş yollar daralıyordu. Yavaşladı. Yolun ileride başka bir yol ile kesiştiğini anımsadı. İşte o kesişime, önünde koşan adamdan daha hızlı varabileceğini düşündü.

Kaçakçılığın baba mesleği olduğu ender yerlerden biriydi Edirne. Uzaktan bakınca batının üvey evladı, biraz yakınlaşınca ise doğu için bir hamal olduğu kolayca anlaşılıyordu. Üzerini çiğneyen kamyon ve otobüsler, ülke ekonomisini sarsacak -veyahut destekleyecek- düzeyde illegal kaynağı ellerini kollarını sallayarak içeri sokuyorlardı. Bir pazardı Türkiye. Ve her pazarda olduğu gibi birilerine imtiyaz sunan güçler vardı. Tek bir farkla; bu pazarın zabıtası da müşterisi de yine Türkiye'ydi.

Tenhalığına sızdığı bu yer İlk görev yeriydi. Edirne Narkotik Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü... Rozetinde böyle yazıyordu. Akademiden üçüncülükle mezun olmuş, tüm sınavları başarıyla geçmiş ve iki yıl önce ülkesinin sağ omzuna atanmıştı. Ki o omzun her kıvrımını avucunun içi gibi biliyordu artık.

Karşısına çıkan sapaktan sağa döndü ve koştu. Akciğerlerinin bedenine oksijen yetirememesine rağmen, var gücüyle... Yollarını kesiştirecek noktaya kan soluyarak vardı ve silahını belinden çekti. Hareketsizce beklemeye, çevreyi dinlemeye koyuldu. Sokağın sessizliğini yaran ve kendisine doğru gittikçe yaklaşan ayak seslerini duyabiliyordu. Sakinleşmeye, kalp atışlarını düzene sokmaya ve nefesini kontrol etmeye çalıştı. Aralarında birkaç metre kala atılacaktı önüne. Planı buydu. ''Ellerini başının üzerine koy ve yüz üstü yere yat'' diyerek bağıracak, onu etkisiz hala getirecekti. Kaçmakta olan adam silahsızdı. Bu yüzden direneceğini sanmıyordu. Tabii eğer kanında herhangi bir kimyasal yoksa... Direnecek olursa da havaya bir el ateş edecek, üzerindeki barut dumanı tüten silahı tekrar adama doğrultacaktı. Nihayetinde silahsız birini vuramazdı.

Bekledi. Gecenin içine saklandı ve gittikçe yaklaşan, yaklaştıkça yavaşlayan sesi dinledi. Adam, ya izini kaybettirdiğini düşünüyordu ya da öyle yorulmuştu ki koşacak mecali kalmamıştı artık. Yaklaştı. Biraz daha yaklaştı. Biraz daha ve menzile girmiş oldu. Silahının emniyetini açtı. Derin bir nefes çekip gecenin karanlığını ciğerlerine doldurdu ve köşeyi dönüp yolun ortasına attı kendini. Düşündüğü gibi tam önünde duruyor, korku içinde ona bakıyordu. Kendisine doğrultulmuş namluyu görünce, bir an için refleks olarak kaçmak istese de yapacağı ilk hamlede vurulabileceğini bildiği için vazgeçti.

''Kımıldama! Ellerini başını üzerine koy ve yüz üstü yere yat!'' Karşı koymadı ve denileni yaptı. Mert ise karşısındaki adama çok yakışacağını düşündüğü şeyi, kemerinden çıkarmakla meşguldü. Onun düşünce yapısına göre kelepçe, tüm şeref yoksunlarının ve hak hırsızlarının ortak aksesuarı olmalıydı.

Az öncesine kadar titrediğine emin olduğu adama doğru yaklaştı. Bir an için dahi olsa karşısındaki adamın gülümsediğini sandı. Bakışları da üzerinden uzaklaşmış ve hemen arkasında duran bir noktaya kaymıştı sanki. Fark edebiliyordu bunu. Onu umutlandıran herhangi bir şey mi vardı orada? Aynı anda yere yansıyan cılız gölgenin önünde usulca uzayışını izledi. Olabilir miydi? Takibe başladığı sırada iki kişi olduklarını biliyordu ama diğeri biraz mal alıp ortadan kaybolmamış mıydı? Bunu düşünecek fırsatı olmamıştı. Karşısındaki adama sırtını, yüzünü ise aniden görmüş olduğu gölgeye dönmüştü bile.

...

BEYAZIN TONLARIHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin