Zor Olan Her şey Gibi

29 7 0
                                    


          5 yaşındaki bir çocuğa ölümü anlatmak mı? Hele ki ölümü babasının gözlerinde görmüşse...

''Babam nerede?.. O amcalar hep ölüm dediler. Söylesene!

Ölüm nerede anne? Orası çok mu uzak? Babam ne zaman gelecek?

Anne!?''

Ağlamaktan şişen gözleriyle bakıyordu annesine. Ve şaşırıyordu. Annesi, bu sefer ağladığına hiç kızmıyordu. Hep kızardı oysa. Ağlamasını engellemeyen annesine biraz da bu yüzden bakıyor ve soruyordu. ''Üzülmemiz gerekiyor galiba.'' diyordu içinden. Gözyaşlarını tüketinceye dek ağlamıştı o da. Ağladıkça büyüyen bir merak kemirdi zihnini. Bir bedenin gömülmesini, bir canın yitirilmesini mesela. Hayatın geçiciliğini ve babasız kalmayı öğrenmeyi de...

...

Konuşmak istiyordu. ''Baban o zıkkımı kullanmaya yeni başlamıştı oğlum. Çok uyardım. Çok... O, aşırı doz eroinden öldü. Anlıyor musun? Sıkıntıları vardı. Senin baban sorunları ile yüzleşenlerden değil, onlardan kaçmayı tercih edenlerdendi evladım. Bak! Kaçtı da. Bizden, dünyadan, hayattan kaçtı baban.''

''Üzgünüm ama her baba kahraman olamıyor be oğlum. Sen sen ol, sorunlarını sırtında taşı, kaçma onlardan. Kolay yollar seni cennete götürmez oğlum. En zoru seni büyütür, en zoru sana cenneti vaat eder ancak.'' diyemedi. Diyemezdi. Sarıldı sadece. Islak yanaklarından öptü onu. Başını göğsüne bastırdı ve tutundu ona. Yoksa... Yoksa o da düşerdi bu hayat uçurumundan aşağı. Tıpkı... Tıpkı Selim gibi...

...

30 yaşındaydı ve artık hep 30 yaşında kalacaktı. Ölünce yaşlanmazdı insanlar. Ölümsüzlüğe ulaşmanın tek yolu buydu belki de. Zamanı durdurmak, hiç yaşlanmamak...

Yaşadıkları yörelerin kültürel çatışmalarına rağmen, Gonca ile 7 yıl önce evlenmişlerdi. Birbirlerine olan sevgileri, zor olan her şey kadar güzel ve nadirdi.

Selim, İzmir'de doğmuş, İzmir'de büyümüştü. Fikir ve inançların özgürce söylenebildiği, birliğin gizli kapaklı değil, göstere göstere kurulduğu bir şehirde. İzmir, cesur olmayı öğretmişti Selim'e. İnandıkları için savaşmayı da... Ama herkese aynı şeyleri öğretmiyordu tabii. İnsan, öğrenmek istediğini öğreniyordu şehirlerden, hayattan da elbet.

İnönü Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesinde işletme okumuş ve Gonca ile de o fakültede tanışmışlardı.

Malatya'da yaşayan Kürt bir ailenin üç kızından en küçüğüydü Gonca. Aile dediğime bakmayınız. Birçok aileden oluşan bir aileydi onlarınki. Ama onlar kendilerine aile değil de aşiret demeyi tercih ediyorlardı. Sanki bu onlara bir özerklik tanıyormuş gibi... Gonca'da bir zamanlar o ülkelerden birinin vatandaşıydı. Aşiret içindeki katı kuralların töre adıyla hüküm sürdüğü bir coğrafyadan kopup gelmişti Bodrum'a. Onun geldiği yerde soy isimlerden oluşan küçük küçük ülkeler vardı. Kendi sınırları, kendi askerleri, kendi kültürleri ve hatta kendi yasaları olan ülkeler...

Atalarının cehaletine olan bağlılıkları kör ederdi o ülkeleri. Ülke içinde ülke kurarlar, sınır içinde sınır çizerler, kendi kafeslerini yaratır, içlerinde istikrarlı, lakin insanlıktan, adalet ve eşitlikten uzak bir hayat sürerlerdi. Anayasaları geçmişti onların. Ve yine o yasaların kaçıncı bendi, kaçıncı fırkasına göre bilinmez, Gonca ölmeliydi. Evlenmek için aile reislerinin iznini alamamıştı çünkü. Tabii ki ölmesini gerektiren durum, buna rağmen evlenmiş olmasıydı. Çünkü aşıktı Selim'e. Öyle ki onsuz yaşamak, ona ölümden beter gelecekti. O da ölmeyi seçti. Fakat her nasılsa yaşadı. Yaşatıldı. Günümüz global dünyasında var olan her ülke gibi, o küçük ülkeler de çevreye uyum sağlıyor, değişiyor, -içten içe- asimile oluyordu çünkü.

Öldürdüler yine de. Onu sınır dışı ederek, onu yüreklerinden kovarak, sevgisinin yerini, nefrete ve öfkeye teslim ederek öldürdüler onu.

Şimdi ise yaşamını adadığı, uğruna ülkesinden kovulduğu adam ölmüştü. Ardı var mıydı? Olmalıydı ama. Olmak zorundaydı. Mert'in kızaran gözlerini sildi. Uğruna yaşamını adayacağı başka biri daha vardı kucağında. Selim fark etmese de o farkındaydı. Uçurumun kıyısındaki tek dala, oğluna tutundu sıkıca.

...

BEYAZIN TONLARIHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin