Timur için kolay bir karar olmamıştı. Buna rağmen çok da fazla düşünmedi. Ön görebiliyordu çünkü. Tunç ise verdiği sözü tutmuştu. Her ikisinin de damarlarından sadece temiz kan akıyordu. Fakat pislik, bedenlerinin içine sızmış, ruhlarına işlemişti şimdi. Savaş karşıtı görünen, lakin tüm gelirini gelişmemiş ülkelere silah satmaktan sağlayan ve nitekim kendisiyle çelişen devletler gibiydiler. Diğer tüm devletler, onlar biraz daha yücelsin diye perişan olmalı, açlık çekmeli, diktatörlüklere boyun eğmeli ve hatta yok olmalıydılar.
''Küçük bir bedel'' diyordu Tunç. ''Güç için... Güç hiyerarşisinde zirve için, piramidin gözü için küçük bir bedel.''
...
Timur'un Tunç ile olan antlaşması, ele geçirdikleri tüm asetik anhidritleri yüzde seksen saflıkta satılabilir eroine çevirmek üzerine kurulmuştu ve sonrası yoktu. Sadece 4800 kilogram... İşi bitince isterse ülkeyi terk edebilir, isterse küçük bir ada alır, marijuna yetiştirip çılgın kimya deneyleri yapardı. İsterse de eroinle mücadele vakfı kurar, yayılması için ter döktüğü pisliği temizler, böylece biraz olsun vicdanıyla barışırdı. Her ne isterse yapmakta özgürdü. Özgürlük, imkansızlıklarda bir işe yaramıyordu elbet. Belki de bu yüzden çok da fazla düşünmedi Timur.
...
''Üretim aşamasındaki tüm işleri ben yapıyorum. Dolayısıyla senden daha çok işe yarıyor, senden daha fazla riske giriyorum.'' dese de Timur, kelimelerinin kesinliği yoktu. Bunun bittabi farkındaydı. Tunç'a olan güvenini yitirmiş, onun dengesiz ve bencil bir mahluk olduğunu düşünmeye başlamıştı. Nedeni buydu. Kafasında onlarca cevapsız soru ve yapmakta oldukları şey hakkında anlamlandıramadığı bir çok gerçek ve boşluk vardı. Fakat Tunç basit görünen, basit konuşan ve yine bu basitliği ile şüphe toplayan, tam manasıyla kapalı bir kutuydu.
''Sen mi?... Sokakların tozunu yutan, polis çocuğu okutan benken, sen mi riske giriyorsun lan piç!'' diyerek Timur'un yüzüne karşı bağırmak geçse de içinden, yapmadı. Timur ise küçük isyanını kesmemiş, paranoyasının yan etkilerini devam ettirmişti:
''Sen dışarıdayken her bir bok bana bakıyor abi. Ben...''
''Yüzde altmış.'' dedi Tunç birden. Timur yüzde elliyi garantilemeye çalışıyordu oysa. Bölüşürüz denip üzeri örtüldüğünden hep aklına takılmıştı bu konu. Ve elbet arkadaşının, kendisine bir yabancı gibi görünmesinin de büyük bir etkisi vardı.
Hoş, yüzde on dahi olsa on milyondan fazla yapıyordu. Halbuki aç gözlü değil, aksine, sadece hak ettiğini isteyen bir kişiliğe sahipti Timur. Fakat Tunç'un bu tutumu, hiç direnmemesi ve önemsemeden söyleyivermesi, onu biraz düşündürmüş, hatta sarsmıştı. Düşündü ve kendince bir karara vardı; Tunç'un kazancı, paradan çok daha değerli bir şeydi belki de. Durumu bu şekliyle kabullenmiş, ötesini umursamamış, konuyu deşmemişti.
...
İlk ay birkaç torbacı, sonra ki ay birkaçı daha... Dört ayın sonunda İstanbul, tarihinin üçüncü fethi ile yüzleşmişti. Tek bir kurşun atamadan, onlarca şehit vererek...
Adı eroin denen çukur, içerisindeki saflığa göre ''beş'' üzerinden değerlendirilirdi. ''Beş'' tamamen saf olanıydı. Çukurun en derini... Fakat sokaklarda satılan ancak ''üç'' hatta ''iki'' dahi olabilirdi. Artık değil... Ve keşler gramına 40-50 lira verir, aldıkları malın bilincinde olmadan sadece etkisine odaklanırlardı. Arzularına yetmez, bekleneni bulamazlardı dolayısıyla. Artık değil... Artık İstanbul piyasası, ''dört'' değerinde, yüzde seksen saflıkta ve gramı 25 lira olan karanlıkla tanışmıştı. Adı buydu. Küçük, siyah paketlerin üzerine kırmızıyla, masumluk, iyilik ve sevgiden uzak bu kelime yazılmıştı; ''Karanlık.''
İsmini hak ediyordu. Fakat sadece bu nedenle var olmamıştı bu isim. Ona ulaşmak isteyenler içi bir ipucu niteliğindeydi ''karanlık'', hepsi bu.
''Yirmi beşten birlik geldi.'', ''Aman diyeyim önceki dozun yarısını bas abi. Ölmek sana yakışmaz.'', ''Bildiğin gibi değil lan bu!'', ''Aşırı doz mutluluktan ölmek için en iyisidir abi. Vereyim mi bir tane?'', ''Al bir dene. Diğerlerine benzemez bak bu.'', ''İnanır mısın, en ucuzu ama en safıdır bu meret.'', ''Vay anasını arkadaş! Şu dünyada Ferrari'yi Şahin fiyatına sattıklarını da gördük be.'' gibi sesler yükseliyordu köşe başlarında. Mal, kendi reklamını yine kendi yapıyordu ve bilindiği üzere fısıltı gazetesi, en çok satanıydı.
Karanlığı tanıyanlar, saflığının ve fiyatının tadını çıkarıyor, tanımayanlar ise ölümden zor kurtuluyor ya da kurtulabileceğinden fazlasını emiyor, içindeki karanlığa karışıyor, -en kestirme yoldan- kurtuluyorlardı bu illetten.
İşgal, ani ve sert çöktü İstanbul'un üzerine. Karanlıkça zengin, o karanlığa dayanıklılık açısındansa, bağışıklık sistemi çökmüş bir hasta kadar hassas ve bitaptı İstanbul. Direnmedi...
...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BEYAZIN TONLARI
General FictionMert, yasaların halkların menfaati için var olduğunu sanacak kadar kör, Tunç, zalim ve karanlık saçan bir sistemin, ancak daha zalim ve karanlık bir sistemce yok edilebileceğini düşünecek kadar nesnel. Nitekim Tunç'un hakkını vermeli: zira iyiliğin...