~LAVİNYA~ (18)

241 44 31
                                    

Jim Croce - Time In A Bottle

***

# Defne
Yemekleri bitirdikten sonra Alaz boş tabakları tezgâha koyup beni girişe doğru sürükledi. Havanın soğuğuna karşı Alaz ceketimin üstüne kendi ceketlerinden birini daha verdi, kendisi de kalın bir mont giydi ve dışarı çıktık. Kapıyı kapattıktan sonra aklıma gelen şeyle geri döndüm.
"Çantam içeride kaldı." Tek kaşını kaldırırken benden daha ayrıntılı bir cevap istedi. "Yani?"

Elimle evi işaret ettim. "Yani telefonum da içeri de kaldı, birisi arayabilir."

İç sesim telaşla ekledi. Ya da bilmediğim numaradan mesaj gelebilir.

Alaz ise umursamazca omuz silkti. "Annenler sana ulaşamazlarsa arayacakları ikinci kişi benim, emin ol."

Aslında Mert'i ararlardı ama bunu ona söylemeye hiç niyetli değildim.

Ellerini iki yana açtı. "Tabi bahsettiğin 'birisi' başka 'birisi' ise onu bilemem!"

İmasını anlamamak elde değildi, Mert'in adı geçmese bile havadaki bariz iğneleme tonu bunu anlatıyordu. "Hayır, ailemden bahsediyordum."

"Her neyse" dercesine omuzlarını silkip ellerini ceketin cebine soktu. Ben de soğuktan korunmak için -sırf soğuktan yani- Alaz'ın ceketine iyice sarındım. Küçük şık lambalarla ışıklandırılmış patika yolda Alaz'a yetişmek için adımlarımı hızlandırdım. Evin arka kısmına gelince ağzım kulaklarıma varacak gibi oldu. Tüm bahçe küçük lambalarla ışıklandırılmıştı ve karanlığa meydan okuyorlardı.

Kocaman bir havuz vardı ama havalar nedeniyle üzerine branda gerilmişti. Havuzun dört yanında gölgelikli bahçe salıncakları, biraz ilerisinde ise geniş bir hamak duruyordu. Ancak yağmurlardan korunmaları için üstlerine koruyucu naylon geçirilmişti. Yazın burası çok güzel olurdu.

Alaz beni çekiştirip bahçenin biraz daha ilerisindeki geniş yere kadar inen camları olan bir yere soktu. Burası kış bahçesi olmalıydı. Türlü çiçeğe uygun ortamlar sağlanmıştı. Ankara'nın soğuk binalarına karşı buradaki çiçekler nispet yaparcasına sıcacık gülümsüyorlardı.

Hemen ilgimi çeken ilk çiçeğin yanına gidip çömeldim. Alaz çiçeğe kendimi tanıtmaya başladığımda kahkahalarını tutamamıştı. "Çiçekleri bu kadar sevdiğini bilmiyordum Defne. E, sor bakalım nasılmış?" Alaz'a gözlerimi dikip homurdandım. "Gerçekten mi?" Kaşlarını çattı. "Ne gerçekten mi?"

Başımı yana yatırıp bir süre Alaz'a öldürecekmiş gibi baktım. Çiçeğe yaklaşıp çimene otururken mırıldandım.

"Sarı karanfil, hüznün sembolüdür, ona nasıl olduğunu mu sormamı istiyorsun?" Güldü ve yanıma oturdu.

"Haklısın, o halde şu çiçeğe sormalısın belki de..." İşaret ettiği çiçeğe döndüğümde gözlerim irileşti. Ayağa kalkıp çiçeğe yaklaşırken şaşkın ses tonumla konuştum.

"Bu bir Lavinya mı?" Omuz silkti. "Öyle gözüküyor." Tebessüm ederken işaret parmağımla çiçeğin yaprağını okşuyordum. "Bu çiçekleri burada nasıl yetiştirebiliyorsunuz? Her birine uygun ortam bulmak çok da kolay olmasa gerek."

Gözlerine kadar ulaşan sıcak bir gülümseme gönderip tahta bir tabureye oturdu. Ellerini yanındaki masaya koyup başını avcuna yaslarken keyifli bir şekilde fısıldadı. "Niye söyleyeyim ki? Bir zahmet çiçekleri görmek istediğin zaman kalk buraya gel."

Kaşlarımı çatıp bakışlarımı tekrar çiçeğe çevirdim ve pembe yapraklarını okşadım. Sesimin çatallaşmasını önleyememiştim. "Ölüm çiçeği" diye fısıldadım. Derin bir nefes alıp devam ettim. "Pembe olması insanları kandırıyor."

ATEŞ ÇİÇEĞİ 1 (Tamamlandı)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin