Geçen bir hafta kimseyle konuşmamıştım.. Kaan'la kısa mesajlaşmalar, Ayaz'la soğukluklar, hayatım bundan ibaretti.. Annem gelmişti, Selin hala bizdeydi... Kendimi iyi hissetmiyordum, sürekli ağlamaktan, açlıktan ve duygusal boşluktan olsa gerek hastalanmıştım. Annem rapor alıp okula götürmüştü, yok yazılmamıştım dolayısıyla. Fakat bitmişti günü, artık gitmem gerekiyordu.
Okul için hazırlandım. Gerekmedikçe kimseyle konuşmuyordum. Annem ile Selin'in konuşmasını duymuştum. Selin endişeli bir sesle "Sanırım duygusal bir boşlukta Hülya Teyze. Git gide kötüleşiyor, bir şeyler mi yapsak?", Annem ise "Daha önce hiç böyle olmamıştı, bu durumlarda bir babaya ihtiyaç duyduğunu hissediyorum.." dedi. Kulaklığımı takmıştım, her zaman dinlediğim o şarkıyı açmış, sürekli aynı şarkının çalması için müzik çalarımı ayarlamıştım. Dışarı çıktım, sanki dünyada tek başımaydım, öyle yalnız hissediyordum.. Arkamdan oynanan oyunlar, yüzüme gülen insanlar ve koynumda yatan yalancı bir insan. Bunları düşünürken müziğinde etkisinden olacak ki, gözümden damla damla yaş akıyordu. Kulaklığımdaki ses yani Gary Jules "Mad World" dedikçe içim parçalanıyordu. Güçlü olmalıydım, güçlü olmak zorundaydım. Kaan'la yakınlaşacaktım, oyunu tersine çevirecektim...
Okula gelmiştim, Ayaz oturmuş beni bekliyordu. Selamlaştım, bir kaç soru sordu, "Hmm, bilmem, aynen." gibi kelimelerle cevap veriyordum. Bu şekilde konuşmayı uzutamıyordu, zaten dinlemiyordum da. Kaan gülerek içeri girdi ve bana göz kırparak "Merhaba." dedi. Ayaz, anlamsızca yüzümüze bakıyordu. Ben kısık bir sesle "Olayı çözdüm, Kaan artık dost." dedim. Ayaz, bana sinirli bir şekilde "Keşke benimde haberim olsaydı." dedi ve kalktı arka sıraya geçti.. Kısa Fikri'nin dersi yine saçmalıklarla geçmişti, teneffüs zili çaldığında, Kaan "Kahve içer misin?" diye soru sordu. Nazik bir şekilde "Evet, teşekkürler." dedim. Kaan, "O zaman benimle geliyorsun. Dışarda içelim." dedi. Çıkmıştık, Ayaz arkamdan sinirli bir şekilde bakıyordu. Kahvelerimizi alıp arka bahçeye geçmiştik, benim için okulun en güzel yeriydi burası.. Kaan'a döndüm "Nefretini kustuğun yerde, nefretini kustuğun kişiyle kahve içiyorsun, nasıl hissediyorsun?" dedim. Kaan, biraz düşündükten sonra "Özür dilerim, kendime hakim olmam gerekirdi." dedi. "Kötü hissetmen iyi bir şey." dedim, gözlerime anlamsızca bakıyordu, cümleme devam ettim heyecanlı şekilde "Pişman oldun çünkü." dedim. Kaan, "Haa, evet." demişti. Az daha mahvediyordum her şeyi..
Kahve içerken Ayaz gelmişti, Kaan'a sinirli şekilde, "Ediz'den uzak duruyorsun." dedi ve elimi tuttu, beni çekiştiriyordu. Kaan Ayaz'ı durdurdu, ve gözlerine bakarak "Benim olandan, elini çek!" dedi. Olaylar sandığımdan daha fazla karışmıştı, böyle olacağını hiç düşünmemiştim. Ayaz, bana döndü, açıklama bekliyordu belli ki. Ne söyleyeceğimi bilemiyordum, kendimi kötü hissediyordum. Kısık bir sesle "Onu duydun işte. Ne diyorsa o!" dedim. Ağlamamak için kendimi zor tutuyordum. Fakat Ayaz kendini tutmuyordu, yeşil gözlerinden damlalar süzülüyordu. O yaşlarda kendimi görüyordum.. Hani iyi hissettirecekti, hani intikam beni mutlu edecekti? Neden kötü hissediyordum, neden mutsuzdum, neden içimde ağlama isteği vardı. Daha fazla dayanamadım. Hızlı hızlı yürüyordum arkama bakmadan, tuvalate girmiştim. Ders zili çalmıştı çoktan, kimse yoktu her yer bomboştu. Aynada kendimi izliyordum, acınası gözlerle süzüyordum kendimi. Saçlarıma baktıkça Ayaz'ın saçımla ilgili yaptığı yorumlar geliyordu.. Dağıtmıştım saçımı, ellerimi yüzüme koyup ağlamaya başladım. Ayakta duracak dermanım yoktu. Lavaboların yanına yere çökmüştüm. Ağlıyordum, her şey için, herkes için ağlıyordum.. Bir anda karşımda bir çift ayak gördüm, yavaş yavaş başımı kaldırdım, ayaklarun sahibine bakıyordum. O da gülümseyerek bana bakıyordu. Yüzümü dikkatlice inceledikten sonra "Sesini duydum, nöbetçiyim. İhtiyacın olur diye düşündüm. Konuşmak ister misin?" dedi. Uzattığı elini tutmuştum ve ayağa kalkmıştım, sanki Tanrı tarafından yollanmış bir melek gibiydi..
Beni peşinde sürüklüyordu. Okulun bodrum katına inmiştik, burada seminer salonu falan vardı.. İlerlemiştik, bir kapı vardı eski bir kapı, anahtarla burayı açmıştı. İçerde kitaplar, resimler, kartonlar falan vardı, sanırım sergiden kalan resimlere ne olduğunu şimdi anlamıştım. İlerdeki iki sandalyeye oturduk. Bir anda "Bu arada ben Arda, kendimi tanıtmayı unutmuşum." dedi. Kısık bir sesle "Ediz, memnun oldum." dedim. Arda, meraklı bir şekilde "Neden ağlıyordun, ne oldu?" dedi. Her şeyi anlatıp ağlamak istiyordum, ama gay olup olmadığını dahi bilmiyordum. Belki homofobik biriydi, ama gülüşünde ve sesinin tonunda o geri kalmışlık yoktu. İnsancıl biriydi, dost canlısıydı belli ki, yine de anlatmayacaktım.. "Ailesel konular, biraz sıkıcı ve gereksiz şeyler." dedim. Yüzüme bakarak "Ne olursa olsun sıkma bu kadar canını, ağlamakta güzeldir gülmekte. Zıt şeyler karşısındakinin değerini öğretir, gülmenin değerini ağlarken anlarız, genç olmanın kıymetini ise yaşlıyken.. Elimizdekinin değerini ise kaybedince anlarız.. Hergün hayatımızdan bir gün eksiliyor, o gününe yazık etme, ağlama demiyorum ağla ama sonra kendini toparlayacak gücü kendinde bul.." dedi ve ekledi "Bir dahakine daha gizli bir yerde ağla.." dedi ve elini elimin üzerine koydu. Teselli etmeyi iyi biliyordu, kendimi daha iyi hissediyordum, ve söylediklerinde oldukça haklıydı.. Biz bunlardan konuşurken birisi kapıyı zorluyordu. Arda panikle ayağı kalktı, ve kapı açılmıştı..
NOT: MEDYADAKİ ARDA.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Gay mi, zönk!
Teen FictionAğlamak çözüm değil ama ağlamadan da yapamıyor insanoğlu.. Dışlamadan, reddetmekten, yoksaymaktan... Kısacası nefret etmeden de yapamıyor.. Farklılığı sevemiyor, farklı olana saygı duyamıyor.. Olaylara tepkisi diğer erkeklerden farklıydı. Erkeklere...