Kor'u yerine bağladıktan sonra Aşkar'ı da ait olduğu bölmeye bıraktım ve ağır adımlarla ahırdan çıktım. Ekibi çoktan yerleşkeye göndermiş ve sürek avına uzun süre tek başıma devam etmiş olmama rağmen, eli boş şekilde dönmüş olmak zoruma gidiyordu. Geçen onca vakte rağmen hala o hainin izini bulamamak beni çıldırtıyordu!
Yorgundum. Son üç gündür hiç uyumamıştım ve aralıksız at sürüp Elementa'da altına bakmadığım taş, dibine inmediğim kuyu, karanlığına dalmadığım çukur bırakmamıştım. Sayısız büyücüyü konuşturmak için savaşmıştım ve bu süreç boyunca büyücülerin gerçekten de kontrolü mümkün olmayan varlıklar olduklarına ikna olmuştum. İçlerinden birkaç tanesi dışında hiçbirini sağ bırakmamıştım ancak sağ kalanların da Arjin'e haber uçurabileceklerinden emin değildim.
O şerefsizin cehennemin dibine kadar yolu vardı ancak oraya gitmeden önce onunla görmem gereken bir hesap vardı ve o hesabı kapatmadan benden kurtulamazdı. Elime geçtiğinde ona öyle şeyler yapacaktım ki cehenneme gitmek için bana yalvaracaktı!
Daldığım düşünceler içimdeki öfkeyi harlarken, kolyemin ışığı şimdi bir tık daha parlaktı ve yağmur biraz daha hızlanmıştı. Sırılsıklam olmuştum ve ıslaklığın etkisiyle iyice ağırlaşan kıyafetlerim hali hazırda yorgun olan omuzlarıma baskı uyguluyordu. Buna rağmen yağmaya devam eden yağmurun altında, bir süre daha bekledim. Kafamı kaldırıp gökyüzüne baktım. Zaten bakabildiğim tek yer orasıydı. Acaba o da bakıyor muydu? Beria'da benim gibi sık sık göğe bakıyor muydu?
Benim yüzümden, benden gideli tam on ay yirmi üç gün olmuştu...
Kor'u her gün yanımda ava götürüyor ve onunla sık sık ilgileniyordum ancak hiçbirisi Beria'nın yokluğunu hissetmesine engel olmuyordu. Tıpkı benim gibi Beria'ya bağlı olan Kor'da her gün biraz daha soluyordu. İçindeki hasret dilsiz olmasına rağmen gözlerinden okunuyor ve ben bir şey yapamadığım gibi buna sebep olduğum için de onun gözlerine bile bakamıyordum.
Ağır adımlarla ana element binasına ilerlerken bahçe nöbetçilerinin verdikleri selamları ufak bir baş selamıyla karşıladım ve binanın girişinde bekleyen kapı nöbetçilerine "Afşin döndü mü?" diye sordum.
"Hayır efendim. Henüz kendisi ve eşi dönmediler."
"Arat?"
"Onlar içerideler efendim. Akşam yemeğinden sonra direkt buraya geldiler."
Anladığımı belirtir şekilde kafamı salladıktan sonra geri döndüm ve adımlarımı Konsey binasına çevirdim. Afşin gecenin geç bir saati neden hala ayaktaydı bilmiyordum ancak uzun süredir uyuyamadığım uykularla baş başa kalmaktansa, onu bulup yerleşkedeki son gelişmeleri sormak daha iyi bir fikir gibi gelmişti.
Hızlı adımlarla Konsey kütüphanesine ulaştığımda bu saatte olabilecek en kalabalık yerde olduğumu biliyordum. Afşin ve ekibi her zamanki gibi kitaplar arasına gömülmüş harıl harıl çalışıyorlardı. Başucuna kadar geldiğimde bile beni fark etmeme sebebinin, tüm dikkatini önünde açık duran kitaba vermesinden kaynaklandığını biliyordum.
Yesuga'nın kitabına...
Bu kitabı her gördüğümde gözümün önünde canlanan son resim, Beria'nın gittikçe silikleşip en sonunda da tamamen yok olan bedeniyken, nefes almak ölüm gibi geliyordu. Daha o anda... Beria'nın kayboluşunun hemen ardından çöktüğüm dizlerimin üstünden hala da kalkabilmiş değildim. Dışarıdan bakıldığında ayaktaydım ve savaşmaya devam ediyor gibiydim ancak ruhum bu savaşı çoktan kaybetmişti. Ben o geceki depremin altından merhametimi enkazın altında bırakarak çıkmıştım. Ruhunu şeytana satmak böyle mi oluyordu bilmiyordum ama bana kalırsa ben o geceden beri şeytanın ta kendisi olmuştum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
AYKIRI:3 YEMİN
FantasyAYKIRI SERİSİ'NİN 3. KİTABIDIR! *** Zıtlıklar düğüm oldukları noktada da itebilirler mi birbirlerini? Yoksa verdikleri her tepki, bundan sonra onları itmek yerine birbirlerine mi çekecekti? Daha yakın! Şimdi herkes daha yakın! Hayaller ve gerçekle...