Puslu zihnimin emaresi olan kesik nefeslerim, hüzünle koyulaşmış yeşil gözlerimi geride bırakarak benden habersiz dudaklarımdan dökülmeyi bekleyen sözcükler, beş saate yakındır lal olmuş dilimi umursamadan kırılgan bir sesle dudaklarımın arasından bilinçsizce firar etmişti.
"Sence insanlar düzelebilir mi?" beni izleyen Araf'a yönelttiğim soruyla sırtımda hissettiğim yakıcı bakışlarının azaldığını hissetmiş, gözlerimi inatla pencereden ayırmamıştım.
Kendime çektiğim bacaklarıma çenemi yerleştirirken ellerimin arasındaki kahveyi pencerenin pervazına yerleştirmiştim.
Derin nefes alışverişlerini duyduğumda bir süre cevap vermeyeceğini düşünmüş, o bu düşüncemi verdiği yanıt ile yıkmıştı.
"Tabuları olan bir adamım, bu yüzden bu soruyu bana sormamalısın." dudaklarımda buruk bir tebessüm oluştuğunda yanağımı dizlerime yaslayarak ona bakmış, yüzümü kapatan saçlarımı geriye atarak onu süzmüştüm.
Gergin bedenini incelediğimde dik omuzlarının verdiği kendinden emin duruşuyla kaslı vücudunun verdiği büyüklükle beraber kocaman bedeninin karşısında birinin ona karşı çıkması zihnimde sadece deli saçması olarak niteleniyordu.
Onun bu kadar güçlü oluşunu bir türlü algılayamıyordum, yaşadıklarına rağmen böyle duruşu beni istemsizce kendine hayran bırakıyordu...
"Bu yüzden sana soruyorum. İnsanlar değişir mi?" diyerek yeşil gözlerimi onun koyu mavi gözlerine kenetlediğim sırada yaslandığı kapıdan uzaklaşmış, bana doğru adımlamaya başlamıştı. Adımlarının bile bu kadar kendinden emin korkusuz olmasını anlamdıramıyordum, bir insan hiç mi yorulmazdı?
"Değişmez, her insan bir seçim yapar ve o seçim doğrultusunda hareket eder. Nasıl biri olduğumuz bizim elimizdedir, yaptığın hataları başkalarına ya da başka şeylere yüklemek korkaklıktan başka bir şey değildir."
Karşıma oturduğunda onu izlemeye devam ediyordum. Söylediği cümleleri sonra düşünmek için zihnimin kuytu köşelerine gizlerken merak ettiğim soruyu sordum.
"Kriz geçirdiğinde yanında kim oluyordu? Yani neler yapabileceğini nereden biliyorsun?" başını koltuğa yaslarken yutkunmuş, hareket eden adem elmasına bakmış ardından bakışlarımı yüzünde gezdirmiştim.
"Kimse, ben kendimi kameraya alırdım." kaşlarımı anlamayarak çattığımda alt dudağımı dişledim. Bu krizinde odasında herhangi bir kamera yoktur değil mi? O öpücüğü ona söylemeye ve anlatmaya henüz hazır değildim.
"Anlamadım, nasıl yani?" gözlerini açmayarak konuşmaya devam ettiğinde burnundan akan kırmızı sıvıyla korkuyla yutkunmuş, ayaklanmıştım. "Belirtilerini biliyordum, kriz geçireceğimi hissettiğimde odama kamera koyardım."
Kupanın yanındaki peçeteyi alarak burnuna tutmuş, o da gözlerini açarak kaşlarını çatmıştı. "Burnun kanıyor aptal." göz devirdiğimde çatılı kaşları daha da derinleşmiş, elimi çekerek peçeteye bakmıştı.
Dişlerini sıkarak küfür ettiğinde "Önemsiz bir şey." demişti. "Sana her şey önemsiz Araf, neden burnun kanıyor?" diyerek başını eğdiğim sırada burun kemerine baskı uyguluyordum.
"Büyük bir ihtimalle yüksek ateş vücudumda organlarıma zarar verdi." gülerek konuştuğunda öfkeyle çenesini sıkarak başını kaldırdım. "Bak çok kaşınıyorsun, kendine biraz değer ver."
Dişlerimin arasından konuşmam onun gülümsemesine yol açtığında göz devirerek onu itmiş, geri yerime oturmuştum. Hafif çiselemeye başlayan yağmuru izlemeye başladığımda "Burcu'nun yanına git, doktoru arasın." diyerek ters bir sesle konuşmuş, onun gülüşünü duymuştum.
"Araf sıcak kahveyi başından aşağı dökerim." diyerek kahveyi aldığımda ona dönmüş, konuşmaya devam etmiştim. "Senin kendini düşünmemenden bıktım! Kendini biraz olsun önemsesen ölür müsün?" Araf göz devirerek "Önemsemesem de ölüyorum."
Ona ses çıkarmadığım sırada benden çok her zaman sevdiği sessizliğe ayak uydurmuş benim ile beraber etkisini azaltmış yaz yağmurunu izlemeye başlamıştık. Bir süre sonra söylediği cümleye anlam biçememiş, anlamayarak mavi puslu gözlerine bakmıştım. "Onun da değişeceğini sanmam."
"Kim?" diyerek onu incelemeye başladığımda bana bakmamış, pencereden dışarı yağmuru izlemeye devam etmişti. "Egemen, değişmez." gerçekten hala Egemen'i düşündüğümü mü sanıyordu?
Derin bir nefes alarak öfkeyle karışık donuk bir sesle konuştum. "Neden ondan başka bir şey konuşamıyoruz? Neden her şey de ondan bahsediyormuşum gibi düşünüyorsun?" yüzüme bakmayı reddederken göz devirmiş, soğuk bir sesle konuşmaya girmişti.
"Onun yüzünden birleşmedik mi? Sen bana onun yüzünden gelmedin mi? Bu yüzden böyle düşünmem normal, ben bir öğretmenim. Yapman gereken ödevi yaptığında hayatından çıkacağım, tıpkı diğer öğretmenler gibi..."
Kaşlarımı çatarak yüzünü incelediğimde ne dediğini idrak etmeye çalıştım. Gidecek miydi? Beni bırakamazdı, beni bırakmasını istemiyordum... Araf bana bunu hiç söylememişti ve şimdi bunu söylemesinin nedenini bilmiyordum...
"Ne? Neden?" sesimi düz tutmaya çalışsam da hafifçe titremiş, aniden kuruyan boğazımı yutkunarak rahatlatma ihtiyacı hissettirmişti...
"Öyle gerekiyor, benden ayrılmanın zaten seni üzeceğini de sanmıyorum." diyerek ayağa kalkmış, afallayan bakışlarımın ardından odadan çıkmıştı...
Bu yazdığım en kısa bölümdü ama yayımlayayım dedim, iyi okumalar. :)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
UNUTULAN/Tamamlandı
RomanceUnutulan... Hayatında ailesini sayılı gören, ailesine yük olduğunun bilincinde bir kadın... Hayatı tekrar altüst olacak olan bu kadını, gururu ayakta tutacak ardından bir kadının asıl gücünü insanların yüzüne çarpacaktı ancak ondan önce hayatın herk...