▼ Kan ▼

1K 113 123
                                    

Bir insanın aniden sahip olmadığı özelliklere bürünmesi... Bu sanırım benim az önceki halime en iyi örnekti. Artık büyümüştüm ve kendime güzel bir düzen kurmuştum, yine de babamın karşısında içimde oluşan ve beni terleten korkuma engel olamamıştım.

Her ne kadar benim için zor anlar olsa da, sağlıklı olduğunu kanıtlamaya çalışarak elimden geleni yaptığımı düşünüyordum. Yine de içimde, anlamlandıramadığım garip bir hüzün vardı.

En sonunda derin bir nefes alarak kendimi rahatlatmaya çalıştım ve otobüsten inerek eve doğru yürüdüm.

Ağır adımlarım eve doğru yol alırken, birkaç adım sonra karşılaştığım Jongin ile durmak zorunda kalmıştım. Babamın söylediği şeyler birer birer aklıma gelirken, o an sadece Jongin'in gözlerine bakmakla yetinmiştim.

Bir insan başka bir insanı bu kadar çabuk özleyebilir miydi? Gözlerinin derinliklerindeki parıltı, adeta kalbime işliyor ve huzurlu hissettiriyordu. Olur da bir gün ayrı düşersek, unutmayacağıma emin olduğum tek şey, onun bana olan bakışlarıydı. Yüzündeki endişe ifadesine rağmen, sevildiğimi derinliklerime kadar hissettiğim o bakışları istesem de unutacağımı sanmıyordum.

"İyi misin?"

Tedirgin bir şekilde bana bakıyor ve nasıl davranacağını tam olarak bilmiyor gibi görünüyordu. Bu halleri beni gülümsetmişti.

"İyiyim, hem de çok."

Ancak yüzüme vuran Güneş ışığı gözlerimi kamaştıraya başlamıştı. O an Jongin bana bir adım daha yaklaştı ve beni gölgesi altına aldı. O anki yakınlığımız beni utandırsa da gözlerine bakmaya devam etmiştim.

"Bir şeyler yemek ister misin?"

Sorduğu soruyla gülümsedim ve yanına geçerek koluna girdim.

"Hadi gidelim."

Her ne kadar beni huzursuz eden soruları kafamdan atmaya çalışsam da, bir şekilde beni buluyorlardı. Bir şeyler yemek için masaya yerleştiğimizde bile, sorular beni takip etmeyi sürdürmüştü.

"Huzursuz görünüyorsun."

Jongin'in bana seslenmesiyle düşüncelerimden uzaklaşarak başımı kaldırdım. Sanırım benj meşgul eden sorularımı sormak için en uygun zaman bu andı.

"Beni nasıl tanıdın?"

Jongin sorduğum soruyla bir süre durakladı ancak bu çok uzun sürmemişti.

"Sen karanlık gecemin yıldızı gibiydin. Beni tanımıyordun ancak ben hep seni görmek için sabırsızlıkla bekleyen bir çocuktum."

"Peki o çocuk, o zamanlar kötü şeyler yaşadı mı?"

Neyden bahsettiğimi anlamış gibi yüzü gergin bir hal almıştı.

"Neden bu konuyu açtın ki?"

Yine de sorumun cevabı için beklemeyi sürdürmüştüm. Tırnaklarımı avuç içlerime batırırken birkaç kez yutkundum ancak gözlerimi kaçırmadan Jongin'in ifadesini izledim.

"Kötü şeyler yaşamadım. Sadece ayağım takılmıştı ve uçurumdan düşmüştüm."

Öldüğünü düşünmüştüm. Ancak tam karşımda duruyordu. Belki daha önce görmediğim biri olduğu için, o olma ihtimali yok diye düşünmüştüm.

"Nasıl kurtuldun?"

"Yüzme biliyordum. Çok zor olmadı."

Önündeki bardağa uzanarak su içmeye başladığında ellerinin titrediğini fark etmiştim. Yalan söylediğine emindim. Babam onu tanıdığına göre mutlaka aralarında kötü bir şey olmuştu ve benden gizlemeye çalışıyordu. Yine de sormakta ısrarcı davranmayarak konuyu değiştirdim.

Her ne kadar günüm stresli geçse de, Jongin'in varlığını hissetmek güzeldi. Ellerini tutmak ve ona sarıldığımda kucağında kaybolur gibi olmak, bunların hepsi daha önce hiç yaşamadığım şeylerdi.

Beraber yemek yedikten sonra beni eve bıraktığında yanağına küçük bir öpücük kondurdum ve eve doğru ilerledim. Her iki adımımda arkamı dönüyor ve hala orada olup olmadığını kontrol ediyordum. Bu durum garip bir şekilde inanılmaz derecede eğlenceli geliyordu.

"Git artık."

"İçeri girene kadar bekleyeceğim."

Hayatımda hiç bu kadar mutlu hissetmemiştim. Tam evin avlusuna girecekken durdum ve gülümseyerek ellerimi yanaklarıma koydum. Elleri cebindeydi ve beni izleyerek gülümsüyordu. Neden bu kadar vazgeçilmezdi ki.

En sonunda dayanamayarak tekrar ona doğru koştum ve son kez kollarımı beline sardım.

"Böyle yaparsan tüm gün böyle bekleyeceğim sanırım."

"Tamam sarılmıyorum."

Kaşlarımı çatarak kollarımı ondan uzaklaştırdığımda gülümsedi ve ellerimden tutarak beni durdurdu. Daha sonra kendini affettirmek ister gibi sımsıkı sarıldı.

"Seni böylece alıp götürmek istiyorum."

"Ama ben çok hüzünlü biriyim. Ya senin de üzülmene sebep olursam?"

"Olsun, ben senin sevinçlerini de, hüzünlerini de, gözyaşlarını da içimde biriktiririm. Bütün yükünü bana bırak, karşılığında benimle ol yeterli."

Bu kelimeleri, kalp atışlarının sesleriyle dinlemek daha da huzur vericiydi.

"Her neyse, gidiyorum ben artık."

Birkaç adım geriye doğru çekildim ve gülümseyerek ona el salladım. O da bana karşılık vermişti. En sonunda kapıdan içeri girdiğimde, üzerimde tatlı bir mutluluk vardı.

İlk defa her şey yolunda gidiyordu. Ancak bu çok uzun sürmemişti.

Kapıyı kapatarak içeriye döndüğüm an, yerde gördüğüm kan ile donakalmıştım. Başımı kaldırarak karşıya baktığımda ise, yerde kanlar içinde yatan köpeğim Kai ile karşılaşmıştım. Hareketsiz bir şekilde yatıyordu ve her yer kan olmuştu. O an çantam istemsizce yere düşmüştü. Ben ise gördüklerimi idrak etmeye çalışarak, arkamdaki kapıya tutunmaya çalışıyordum.

BLACK ▼ JenKaiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin