İnanamıyorum bölüm geldi. Haydi yorumlara. Beğenmeyi unutmayın. İyi seyirler.
"İnanamıyorum," dedim bağıra bağıra. Hala müdür yardımcısının odasında birbirimize sarılmış, mutluluk saçıyorduk bu berbat okula. Okulda mutluluk adına bir adet rakam bile yoktu.
"Ben de Ezgi," dedi sessizce. Geri çekilmemize sebep olan sevimsiz ses, "Bakıyorum da pek bir mutlu oldunuz," deyince dönüp ona baktık. Tabii ki mutlu olacaktık. Ağlayacak halimiz yoktu.
"Gidin de ben de kurtulayım, Nuri hocanız sizinle baş eder." Biz onunla baş etmeyelim de...
Odadan koşar adımlarla çıkmaya başladığımda yüzüm gülücükler saçıyordu. Okula girdiğim ilk dakikadan beri ilk kez gülüyordum. Neredeyse ağlamak üzereyken girdiğim okuldan güle oynaya çıkacaktım. Daha ne olsundu? Olmasındı amk.
Sınıftakilere bağırarak, "Ben gidiyorum," dedim, "Okuluma geri dönüyorum." Mutluluğumun sebebini anladılar. "Hadi geçmiş olsun, gözün aydın," gibi bir kaç cümle sarf ederlerken çantamı toparlayıp koridora çıktım.
Okul kapısından çıktığımız an durup gökyüzüne bakma kararı almıştım. Sanki mahpustan çıkmışım gibi hissediyordum kendimi. Öylesine bir mutluluk vardı içimde.
"Hala inanamıyorum, bu kadar çabuk olacağını tahmin etmemiştim..." dediğimde telefonum çalmaya başladı, arayan babamdı.
"Ezgito," dedi uzatarak.
"Babam," derken sesimdeki mutluluk görülmeye ve duyulmaya değer cinstendi.
"Bu neşeli sesin iki sebebi var. İlki yanında biricik damadının olması..." Gözlerimi devirdim. "Diğeri eski okuluna geri dönüyor olman."
"Sen nereden biliyorsun baba?" diye sordum şaşkın ama neşeli halimle.
"Belki bir arkadaşım yardım etmiş olabilir. Milli eğitim müdürlüğünden ayarlamış olabilir. Her şey olabilir yani..." Babam mı yapmıştı yani bunu? Canım adam.
"Baba gibi baba be. Tabii kızının yüzü gülmeyince için el vermedi değil mi? Hadi kabul et, beni çok seviyorsun?"
Kahkaha atmaya çalışıp, "Evet," dedi, "Çok sevdiğimden..."
Tam tamına 8 kere teşekkür edip, 6 kere onu çok sevdiğim söyledikten sonra telefonu kapattık. Hemen üstüne kızlara gruptan mesaj attım. Ve hepsi gittikleri okullardan çıkıp okulumuza doğru yola çıktıklarını söylediler. Biz de devlete gidip gelmelerini bekledik. O arada Kutay'ın kanayan kaşının üzerini temizlemek için çantamdan peçete çıkarttım. O çimlerde oturuyordu, ben de dizlerimin üzerinde durdum.
"Gerek yoktu," dedi umursamayarak.
"Üzerinde kurumasın..." dediğimde kanı iyice temizlettirip geriye çekilirken beklemediğim bir şekilde Kutay elini belime koydu. Hatta aramızda olan 6 cm'lik boşluğu kapatmak için hafiften kafasını kaldırdı.
"Üzerinde kurumasın," deyip dudağımın hemen kenarını öptü. Zaten çok kanamamıştı ve durmuştu kanı. Ama fırsatları değerlendirmek onun işi. Şerefsiz gülüşüne bakmayıp hemen yanına oturdum.
Beklediğimiz 12 dakika 22 saniyelik sürenin sonunda hepsi arka arkaya devlete geldi. Hepsinin yüzünde inanması güç ama gerçek bir gülüş vardı. Çarşamba günü yaşadığımız şokun üzerine, Perşembe ve Cuma günümüzü ayrı geçirmiştik. Pazartesi günü kaldığımız yerden devam ediyorduk. Keyfimize diyecek tek bir harf bile yoktu. Rakam bile ifade edecek gibi değildi. Mutluluk kelimesi eşittir, 100 uzay yılı çarpı 1000 katrilyon falan.
"E ne bekliyoruz?" dedi Çiğdem, "Bir an önce okula gidelim, hadi..."
"Kızlar," dedim gülümseyerek, "Bundan sonra Cumhurbaşkanı gelse bizi o okuldan atamaz. Babam nasıl yaptıysa yapmış, milli eğitim müdürlüğüyle irtibata geçmiş adam. Artık o okuldan atılma gibi bir lüksümüz olamaz ama benim daha şahane bir fikrim var."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
OKULDA SAPIK VAR (Serisi)
Teen Fiction17 sene öncesinde bu proje hazırlanmıştı. Proje hayata geçerken kime vuracağı belli değildi. Ezgi'ye dokundu rüzgarı, Kutay'a değdi Ezgi kokusu. Var oluş sebeplerini unutturdu başlarındaki hasta ruh. Kayboldular, birbirlerinde buldular kendileri...