Acının içinde yaşaya yaşaya insan bağışıklık kazanır derlerdi, inanmazdım. Daha doğrusu buna inanmak istemezdim. 17 senelik hayatımın son 7 ayını acı dolu geçirerek gerçekten acıya bağışıklık kazandığımı hissediyordum. Peki Sunay teyze? O 19 sene boyunca çektiği acıların hangisinde bağışıklık kazanmıştı? Kolu kırıldığı zaman mı? Burnu kanadığı zaman mı? Evladını kaybettiği zaman mı? Sevdiği erkekten zorla ayrıldığı zaman mı? Okumak isterken okuldan mahrum bırakıldığı zaman mı? Bir kadının gururunu ayaklar altına alıp, sayısız kere aldatıldığı zaman mı? Geçirdiği 19 sene boyunca acı çeke kazandığı bağışıklığı, ölümünde de rahat bırakmamıştı onu. Onu bu hale getirenler, sevdiği adam, oğlu, ben ve Mercan halanın, hepimizin gözleri önünde son nefesini verdi. Ölüm güzel bir şey demiş, Hz. Muhammed. Ölüm güzel bir şeydi, bugünden sonra Sunay teyze acı çekmeyecekti, huzur içinde uyuyacaktı. Belki de bu onun için en iyisiydi, bilemiyorum. Ama ölümünde bile gözünden akan o son damla yaş, 19 senesini anlatıyordu, 19 senesini son damla yaşta huzura erdirmişti. Ölümü bile acı olmuştu, yaşadığı hayat gibi. Yaşamak zorunda bırakıldığı hayat gibi zorlu bir ölümü olmuştu. Kaosun ortasında, oğlunun onu dinlemesini isterken, yine onu dinleyen olmamıştı ve sonunda eli ellerimin arasında kalmıştı.
Ambulans sesini duyduğumuzda bile elini bırakmadım. Ambulans görevlileri geldiği zaman elini bırakmadım. Eli ellerimin arasından gitsin istemedim. Rengi bozulmuş beyaz teni normal bir renge bürünmüştü sanki. Bu bir mucize gibiydi. Evet, bu ölümün mucizesiydi. Ölüm güzelliği gelirdi insana. Tahlil sonuçları bu yüzden güzel çıkmıştı ama Kutay bunu anlamamıştı. Ben anlamıştım, yedirememiştim. Onun güleceği günler olacağına inandırmıştım kendimi. Yarısından fazlası dökülmüş, yıprak ve cansız saçları güzelleşti. İlaçlar ve zayıflıktan mor rengine dönen elleri ellerimin arasında pamuk gibi bir renge dönmüştü. Yeni doğmuş bir bebek gibiydi.
"Hanımefendi lütfen bırakın," dedi ambulans görevlisi. Elini bırakmamı istiyordu, içimden gelmiyordu. Gitsin istemiyordum, ben ona alışmıştım, ben onu çok sevmiştim, ben onda kendi annemi görmüş gibi oluyordum.
Elini zorla ellerimin arasından çektikten sonra diğer görevli kollarımdan tutarak yataktan kaldırdı. Ayakta duramadım, olduğum yere çöküp Sunay teyzeyi götürmelerini izledim. Deja vu oluyordum ikinci kez, Ayşenur'u da siyah bir torbaya koyup götürmüşlerdi ama o yaşıyormuş, Sunay teyze yaşamıyordu.
Ambulans Sunay teyzeyi götürdükten sonra sıktığım yumruklarımın avuçlarımı acıtmaya başladığını farkettim. Ellerim sıkmaktan morarmıştı. Yumruklarımı açıp başımı kaldırdım. Kutay yatağın kenarına oturmuş, dizine dirseğini koymuş, diğer bacağını uzatmış, boşluğa bakıyordu. Sıra yas tutma sırası değildi. Sunay teyzeye söz verdiğim gibi, oğluna sahip çıkma sırasıydı. Gözü arkada gitmemişti o, oğlunu bana emanet edip de gitmişti.
Karşısına oturduğum zaman ellerini tutup bana bakmasını istedim ama boşluktan gözlerini ayırmıyordu, benim olduğumun farkında bile değildi. Donup kalmış, depremden sonraki evi andıran enkazıyla öylece bakıyordu. Duvarlar üzerimize bir bir yıkılmıştı bugün yine. Özellikle Kutay'ın üzerine yıkılmıştı ki, onu enkazdan çıkartacağıma dair daha önce söz vermiştim.
Odadaki insanları kovup kapıyı kapattım ve kilitledim. Elini başından çekip tuttuğumda diğer bacağını da uzattı. Hiç düşünmeden bacaklarının üzerine geçip başını kollarımın arasına aldım. Artık ağlasın istiyordum. Erkekler de ağlardı. Koskoca dede ağlamıştı, Kutay mı ağlamayacaktı? Ama acıya bağışıklık kazanan sadece ben veya Sunay teyze değildi. Kutay da yaşadıklarından sonra bağışıklık kazanmış, güçlü durmaya mecbur bırakılmış bir erkekti. Ama yalnızdık, biz birbirimizin her şeyini bilirdik. Benim yanımda istediği kadar ağlayabilirdi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
OKULDA SAPIK VAR (Serisi)
أدب المراهقين17 sene öncesinde bu proje hazırlanmıştı. Proje hayata geçerken kime vuracağı belli değildi. Ezgi'ye dokundu rüzgarı, Kutay'a değdi Ezgi kokusu. Var oluş sebeplerini unutturdu başlarındaki hasta ruh. Kayboldular, birbirlerinde buldular kendileri...