Bölüm 76

2.3K 419 771
                                    


Geçmiş dediğimiz şey, aslında hiç geçmeyen tek şeydi. Farkı, zamanın gerimizde kalmış olmasıyla beraber şu anımızı ve geleceğimizi yaşarken sırt çantası gibi sırtımızda daima bize kendini hatırlatmasıydı. Ağırlığını attığımız her adımda, yaşadığımız her saniyede ve gördüğümüz her şeyde katlayarak bizi iki büklüm etmeye devam ettikçe daha çok hissediyorduk. Bu geçmiş, annemin beni terk edip gittiği zaman 2 sene 5 ay boyunca çekmiş, üzerine babamın geçmişini öğrenmemle beraber beni değil iki büklüm, dört büklüm olmaya zorlamış olsa dahi yapmamıştım. Beni her bükmeye çalıştığında kendimi dikleştirmeye çalışıp üzerine gitmiştim. Sen bana geliyorsan, bende sana gelirim geçmişim. Kusura bakma ama, sen olmasaydın ben böyle olamazdım. Ben böyle ayakta duramazdım. Sen bana kendi çirkin yüzünü gösterdikçe senden korkmamı beklemiştin ama ben korkmamıştım. Şu an yaşadığım hayatın senden daha çirkin olduğunu kabul edip, çocukluğumda izleyemediğim çizgi filmlerdeki kötü karakterlerden biri olmana ben izin vermedim. Sen güçlü değildin geçmişim, güçlü olan senin bana yaşattığın travmalardı. Ama ben yine de senin travmalarına boyun eğmeyen liseli bir kızdım.

Hadi hayat, benim omuzlarıma çirkin geçmişimi ve iğrenç gerçeklerimi bir şekilde yüzüme vurdun, bende bunlarla yaşamayı öğrendim. Ama neden sevdiğim insanın yüzüne vurmak yerine, onu o geçmişin koynuna bıraktın? Siz benim gücümü görüp benden korkan sevgili gerçeklerim, neden bu kadar acımasızdınız?

Kutay'ın gerçeklerini bu denli ağır bir yük olarak sırtına bırakan gaddar hayat, onun yıkılmaz bir duvar olduğunu mu sanıyordunuz? Bak yıktınız, yıktığınız adam benim tam karşımda sizin ağırlığınız yüzünüzden çökmek üzereyken neden hala yumruklarınızı indiriyorsunuz?

"Neden saçlarını bu kadar kısa kestirdin Ezgi?" Sesinde öfkenin tek bir zerresi bile yokken hayal kırıklığının kapısına tıklatmadan gelmeyen hayret vardı.

"Çok uzamışlardı, biraz kendilerine gelsinler. Hem benim saçım çabuk uzar Kutay." Bu konuya niye bu kadar takıldığını anlamayıp yüzüne bakarken dizlerine yasladığı dirsekleriyle başını ağır ağır sağ omzuna yatırdı, 30 derece açı yaparak.

"Senin saçlarına zaafım var Ezgi." Tek gözüm 10'da 7'lik kısılırken ne demek istediğini anlamayan gözlerim hayretle pişen çikolata soslarına baktı.

"Senin saçlarına zaafım var Ezgi. Çünkü senin saçların bana yaşadığımı hatırlatıyor..." Nefes alışını anlarım, nabzının atışını anlarım, bakışını anlarım, gülüşünü anlarım falan ama, neden saç?

"Nasıl yani?"

"Nasılı yok." Sesindeki sakinlik bana dünkü gibi bağırıp çağırmasını bile istetecek derecede sinir bozucuydu. Keşke bağırsa, demeden duramıyordum içimden. O derece sinir bozucuydu. "Saçlarındaki kokun, saçlarındaki yumuşaklık, onları savuruşun bana hayatımı hatırlatıyordu..."

"Kutay o kadar kısa değiller. Bana sıfıra vurdurmuşum gibi davranma."

"Saçlarındaki kokuyu çok sevdiğimi sana kaç kere söylediğimi saydın mı? Ben saymadım..." Ellerini önünde birleştirip aynı pozisyonda oturmaya devam etti. "Sana baktığım zaman yeni doğmuş bir bebeği hatırladığımı söyledim mi daha önce? Öylesin. Çok cesursun ama bir o kadar da masumsun. Beline kadar uzayan saçlarının her hareketi bana yaşadığımız hayattaki engebeleri hatırlatıyor. Çünkü," derin bir nefes verdi, "engebesiz bir anımız bile geçmiyor..." Yüzü hala asık, hala hiçbir şeyi kabullenmiş durumda değildi. Ne annesinin yaşadığı hayatı, ne yaşatılanları, ne duyduğu tek bir kelimeyi henüz sindirememişti. Oysa ki ben, geçmişimin çirkin yüzüyle tanıştığım zaman yanımda sadece Kutay'ı istiyordum. O yanıma gelene kadar bir bile gülmemiş, onun yanıma geldiği an gülmeyi tekrar öğrenmiştim. Bana unuttuğum gülüşü tekrar vermişti. Ağladığım zamanda yanımda onu istiyordum, güldüğüm zamanda.

OKULDA SAPIK VAR (Serisi)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin