Adsız Bölüm 39

9 2 0
                                    

39

Bir kafede on gün çalışıp işi bırakmıştım, günlük almıştım, para süratle bitmişti, 2 tişört almıştım pazardan, biri kırmızı diğeri beyaz renkteyedi, üstünde hayvan resimleri vardı.

Birkaç gün sonra başka sahildeki bir barda çalışmaya başladım. Barın baş garsonu Göksel bu işin hiç bilmediğim bir sürü inceliğini biliyordu, o zaman bu işin bir sanat olduğunu ilk kez anladım. Müşteriyi karşılamak, onunla ilgilenmek, hizmet vs. bir sürü detayı vardı bu işin. Müşteriler cimri değildi ve her gelen iyi para bırakıyordu, her müşterinin özel bir bölümü vardı. Gelen saatlerce oturup içiyor, müzik dinliyordu. İçerde canlı müzik de vardı. Göksel bu işe aşıktı ve her gelene çok iyi davranıyordu. Bana göre müşterile baş belasından başka bir şey değildi elbette. İçerde çalınan müzik de kafa ütülemekten başka bir şey değildi.

Mutfaktaki çöpleri alıp çöpe attım ve evin yolunun tuttum, bar sabaha kadar açıktı. İçip içip neyi halledebilecekti geri zekalılar. Ayaklarım ağrılar içindeydi, sahil yolu ıssız ve bomboştu. Yarın iznim vardı, sonunda dinlenebilecektim. Eve geçer geçmez yattım.

Annemin sesiyle uyandım. Kapıyı aralayıp dedi ki: "Öğlen oldu. Ayten geldi. Kalk."

Uykumu almıştım ve kendimi iyi hissediyordum. Elimi yüzümü yıkadıktan sonra mutfağa geçtim, Ayten çay içiyordu. Onu selamladım.

Ben içeri geçeyim dedi, içerde annemle sohbet etmeye başladı.

Kahvaltım bitmişti, çayımı alıp balkona geçtim. Apartmanın bahçesini ve yoldan geçenleri seyrediyordum. Yoldan simitçi geçiyordu, acaba günde ne kazanıyordu? Bu sırada Ayten yanıma gelip sandalye çekip oturdu masaya.

Sence şu kel kafalı simitçi ne kadar kazanıyor?

İyi kazanıyordur kesinlikle. Rahat geçinir. Sürekli dolaşması lazım. İşin sıkınrısı bu, yaz kış yürü yürü yürü. Üstelik sigortasız ya kendi sigortasını kendi ödeyecek. Özetle yapılacak iş değil.

Güldük.

Sen poğaça üretsen ve satsak, ne dersin?

O hayali Aynurla kurmuştum bir zamanlar. Artık yeni bir işim var. Çiçekçi dükkanında çalışıyorum. Cep telefonu borcum bitti sayılır. Ama bu iş sakat. İyice bıkana kadar çalışıp bırakacağım. Bir süre çalışmayıp kafamı dinleyip istediğim saatte yatıp kalkacağım. Acaba Ayten sefili ne durumda, gidip bir bakalım şuna.

Çıktık.

Çiçekçiyi neden bırakacaksın

Patronun oğlu askıntılık yapıp duruyor. Orada kendimi iyi hissetmiyorum. Emek harcadığım halde bana sanki boş yere para veriyormuş gibi davranıyorlar. Basit bir yanlışlık yaptığımda özellikle, aslan kesiliyorlar. Git bakkala ekmek domates vs al, sigara al, kasaba git kıyma al, her türlü işi yaptırıyorlar, hesapta sekrerim. Şiveli konuşan bir odun var, yerime geçip kafasına göre konuşuyor birileriyle. Oranın sorumlusu. Bana diyor git menemen yap. Demiyorum tutuyorum kendimi ben aşçı değilim. O yerken de demiyor gel sen de ye. Adamı dövesim geliyor. Müşleriler geliyor, çay ısmarlıyor, bana bir kere ısmarlamadı eşek. Bana bir çay söyle diyor. Bir kere de ikimize çay söyle demedi. Odundan öte bir şey o.

Ayten konuşurken gülmekten kendimi tutamadım.

Gülüp durma dese de.

Umarım onu evde buluruz.

Kapıyı çaldım.

Aynur tip tip baktı.

Aynur ne oldu, sevinmedin mi.

Ayten çıktı kapıya.

Aynur o zaman sevindi sarıldılar birbirlerine.

İçeri girdik.

Bizimkiler memlekete gitti, ev bana kaldı, tam zamanında denk geldiniz.

Bize çay yaptı.

Ee neler yapıyorsun görüşmeyeli dedi ayten.

Bir şirkette işe başladım yönetici asistanı olarak...her şey çok güzeldi, iyi para vereceklerdi. Sonra bir gün patronunun adamlarından biri seni eve bırakayım dedi, yolda abuk subuk konuşmaya başladı, yok sevgili var mı şudur budur, anladım ki adam beni kaçırıyor, yiyecek...benzin almaya gittiğimizde kafasına ingiliz anahtarıyla vurup bayılttım bunu. Abimi çağırdım. Gelip beni aldı. Sonra abim bunların sigara kaçakçısı olduğunu söyledi. İş bulmamı yasakladı. Gidip en yanlış insanları eliyle koymuşum gibi buluyormuşum. Galiba öyle. Çünkü önceki bulduğum iş yerinde de pis işler dönüyordu. Ben de günlerdir evde kafayı yiyorum işte. Hep evdeyim. E siz ne yapıyorsunuz.

Ayten anlattı sonra ben...

Resme başladım dedi ayten, sanat tarihini yerinden oynatacağım, küçükken de çok iyi resimler yapardım. Gelin gösterin, çaylarımızı alıp odasına geçtik. Resimlere bakarken aytenle birbirimize baktık.

Gerçeği söylemek gerekirse o resimleri ilkokul birinci sınıfa giden öğrenciler yapardı ancak.

10 kadar kara kalem resme baktık.

Hepsi de güzel ama bazıları daha güzel. Sende iş var aynurcuğum. Devam etmelisin.

Ben de dedim ki: bazılarını çerçeveletip odama asmak isterim doğrusu. Bence de resme yeteneğin var.

Midem kazındı, sabah doğru düzgün kahvaltı yapamadım. Evde ekmek kalmadı, ben bir ekmek alıp geleyim. Ayteen sen de poğaça yapar mısın 2 dakika.

Elbette.

Ev size emanet. Hemen dönerim.

Aynur çıktı.

Biz başladık gülmeye.

Ayten dedi ki: geri zekalıya bak ya, resimleri resim olsa...garibim..bunlara resim diyor...

Ayten gülmekten konuşamadı.

Nefeslenip gülmemin arasına dedim ki: resim böyle mi çizilir. İlkokul derecesinde resimleri şahane zannediyor..nasıl bir hayal dünyasında zavallım.

Öyle deme. Onlarla avunuyor.

Avunsun da bunları değerli bir şey sanması ona çok zaman kaybettirecek.

Umutlarını yıkmayalım.

Ama bunlarla sanat tarihini yerinden oynatacakmış. Olmaz ki. Kırk bin takla atsa olmaz.

Gülmekten yıkılıyorduk.

Onu kendine getirmemiz lazım. Eleştirip uygun dille lazım. Berbat resimleri övmek ona zarar vermek bence.

Yalan da olsa insan bir şeylere tutunmak istiyor. Hep evde. Ne sıkıntılar yaşıyor. Kalbini kırmadan anlatmamız lazım o halde.

Hep evde, delireceğine bunları çiziyor. O açıdan psikolojiden bakarsak bunlar şahaser.

İKİ KIZ BİR ERKEKHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin