Adsız Bölüm 38

5 2 0
                                    

38

Bir saat kadar orada burada serseri köpekler gibi takılıp gülüp muhabbet edip ayteni bırakmak için otobüs durağına gittik. Bir süre de orada muhabbet ettik, ordan buradan, şakalaşıp gülüp boş şeylerden kouşup saçmalayarak.

Ayten otobüse binmeden dedi ki: beni siz var ettiniz halkım. El salladı.

Pır diye otobüse geçip parasını attı, yerine oturdu.

Sonra aynurla ilerledik. Onunla da bir noktaya ilerliyorduk.

Sence ben iyi bir noktaya gelir miyim

Tabi gelirsin. İyi dil varmış sende. Hiç bilmezdim.

Ben pek bir şey göremedim sende..güldü..şaka şaka...gerçekten kedi olayı bir çılgınlıktı...umarım kız bizi şikayet etmez...ederse de sorumluluğu üstüme alırım..özür dilerim...filan...yırtarım...güldü....

Ayrıldık.

Evdeydim.

Annem sorgu suale başladı.

Merak içindeyim dedi. Ben de anlattım kısa keserek.

Ayşe teyze ve eşinin selamı var dedim.

Getiren sağ olsun dedi. Yüzü yumuşadı.

Anneme iş bulduğumu söyledim.

Çok sevindi.

Akşam olmuştu. Odamda leş gibi uzanıp düşünceler ve gün içinde ve öncesinde yaşadıklarımı düşünüyordum. Salondan abimin babamın ve annemin muhabbetlerini ve gülmelerini duydum. Tavada kavrulan fındıklar gibi. Kendimi bu evde yabancı gibi hissetim. Abim ben bu eve aitim der gibi ne güzel laflar söylüyordu babama öyle. Hatta onunla tarışmaya giriyordu çekinmeden, yüreklice ve yer yer yüksek perden bağırarak. Haber bülteninde eylemciler eylem yapıyordu, babam onlara küfür yağdırıp ekmek düşmanları diyordu, abim ise tam tersini savunuyordu. Sonra gülüp hayalarımdan çıktın, sen ne bilirsin ki diyordu. Abim gülmeye başlıyordu bu kez. Annem babama pis konuştuğu için kızıyordu.

Ertesi gündü. İşe gidecektim, 9 katlı apartmanın 2. Katıydı burası. Babamın ömrü boyunca çalışıp kazandığı tek şey. Büyük birikim.

Annem beni uyandırıp uyumaya gitmişti. Pencereyi açıp bir bakayım dışarı dedim. Hava tam aydınlanmamıştı. Acayip güzel bir kuş ötüşü duydum, o da neydi böyle. Kulak kesildim. Birden bana ayntenin anlattığı o güzel öten bülbül geldi. Demek ki onlardan buralarda da vardı, herhalde bülbüldü, diğer deyişte bir kanarya...

Restoranda işte başlamıştım. Restorana gelen müşteri yoktu, gelse bile tek tüktü, müteriyle ilgilenen Barış amcaydı. Beni tanıdığını söyledi bir ara baş başa kalıp muhabbet ettiğimizde. Babamın iş yerinden bir arkadaşıydı.

Mutfakta bulaşıkları , tabak bardak vs. ne varsa yıkıyor, sonra özenle kuruluyordum bezle. Ne iş olsa yapıyordum.

Bir masa başına toplanıp konuşan adamların sohbetini dinleyince restoranın ortakları oldğunu öğrendim. İşler hakkında konuşuyorlardı, restoranca ne yapılması gerektiğine ve restoranın geleceğine dair.

Birkaç gün sonra restorana bir garson daha aldılar. Necdet sanki vücut çalışmış gibi üçgen vücutluydu, benden kısaydı, benim gibi 18 yaşındaydı, koyu derisi vardı, yeşil gözlü bu çocuğun nasıl biri olduğunu geçen günler içerisinde çözdüm, bir deprem bölgesinden kaçıp bu şehre gelmişti ailesiyle. Ailesinin geçimini sağlamak zorunda olduğunu gibi şeyler anlatmıştı, mert, basit ve kibirsiz bir çocuktu. Benim kadar iyi ya da süslü cümleler kurmasa da onu gerçekten sevmiştim, onun durumuna da çok üzülmüştüm, elbette bu üzüntüyü belli edememiş, o anlatınca gözlerinde görüp hissetmiştim. Hani kız olsam gözlerim dolar, gel sana bir sarılayım filan derim, beraber ağlaşırdık ama erkek olunca böyle şeyler ne gezer. Hiçbir erkek arkadaşıma öyle sarılmış bile değildim kıza hiç. Necdetin kardeşleri ara ara restorana geliyor, necdet onları kovuyordu, ufak çocuklardı, 9 kadar çocuk kızlı erkekli. Akşam evin yolunu tuttuğumda necdet'in ailesiyle kirada oturduğu bodrum katın önünden geçiyordum. Küçücük bir pencere vardı demir parmaklıklı. Bir an içeri baktım, eşya meşya yoktu, birbriyle kavga eden iki çocuğun sesi geldi, biri ağlamaya başladı. sokakta oynayan kardeşleri ise ayı bir alemdeydi, ayakları çıplak, üstü başı pislik içinde, burunlarından sümük akıyor. Birinin elinde kuru ekmek, elmalı pasta gibi tutuyor elinde ekmeği ve sincap gibi kemiriyor, büyük gayretle kemiriyor ve oyun oynuyor yerde.

Evin en büyüğü necdet bir şeyler yapacak da bu çocuklar kurtulacak, zor görünüyordu.

O gün Musa abi beni mutfaktan çağırdı.

Git şu şu müteriye bak dedi. Normalde bu işi o yapardı, bana neden müşteriyle bak demişti anlamamıştım. Müşteri hakkında kötü kötü söyleniyordu.

Restoranın bahçesine, denize bakan masaların birinde bir kadın bir erkek müşteri vardı. Ben bu adamı tanıyordum. Yerinde çalışırken beni cebime para indirmekle suçmayan paranokyak manyaktı bu. Yanındaki de onunla adı çıkmış bir kadındı.

İstekleri alıp içeri gittim, masayı donattım.

Sonra Musa abi o serserinin onu dövdüğünü anlattı.

Ben o dayağı hak edecek hiçbir şey yapmamıştım.

Adamcağız yıllık iznine ayrılıp garsonluk yapıyordu ve yaşadığını hazmedilir bulmamıştı. Ağladı.

Burada ilk kez bir müşteriye bakmam gururumu okşamıştı.

Evde de işler değişmişti, babamın bakışları çok değişmişti, artık hakkımda dedikodu yaptığını duymuyordum. Eve uzaktan ya da yakından bir yerlerden akrabalar ya da aile dostları gelince, babam benden övgüyle söz ediyordu.

Evet, çalışmam işleri çok değiştirmişti. Çalışmak gibisi yoktu.

İnsan bağımsızlığını ilan ediyordu. Aile içinde ve dışarda sayı duyuyorlardı. Aile içinde ezmiyorlardı, ezeceklerse defalarca düşünmek zorunda kalıyorlardı. Çalışmıyorsan seni takan yoktu, takıyorlarsa üstüne çullanmak oluyordu sadece. Azalıyorlar, bağırıp çağırıp baskı yapıyorlardı. Birey olabilmen ön koşulu çalışmaktı. Paran üç kuruş olsa bile...en dandik işi yapsan bile...bir zafer kazanıyor insan. Salağın teki olsan da bu zafer sana yetiyor.

Abim ara ara eve ellerinde poşetlerle gelirdi. Maaşından harcadığı paralarla alırdı bir şeyler... birkaç kilo elma mesela...bir karpuz...bir kilo kıyma... bir teneke zeytinyağı... O zaman annemin ve babamın suratı, dili çiçekler saçıyor. Ben yapamıyordum bir şeyler. İt gibi takıldığım sanılıyor, mesele bu. Eve katkı yapacak halim yoktu ki. Giydiğim pantolon eskimiş. Tişörtler dökülüyor filan. Sokakta boyacılık yapan ve kazandığı bütün parayı babasına veren bir çocuk gibi hareket etmem umuluyor. Ama bunu yapmayacağım kesin. İyi bir işim olsa, güzel para kazansam da yapmam. Beni çıkar malzemesi olarak görüp kalbimi kırdıktan sonra kimse benden bir şeyler ummamalı. Sinsice yürütülen baskıları yüzünden. Arkadamdan konuşulanlar yüzünden. Belki de gün geleclek aramızda geçen bütün olumsuz şeyleri unutacağım, unutmak isteyeceğim.

15 gün sonraydı. O gece restoranın dört ortağı aralarında tartışmaya başladı. Hayal edilen, diğer deyişle öngörülen miktarda müşteri gelmiyordu restorana. Ortaklardan biri Necdet ve benim işten çıkarılmam gerektiğinden böylece masrafın azalacağından söz etti. Ortaklardan biri olan aşçı benim işten çıkarılmama karşı olduğunu bir olayla anlatmaya başladı. Beyaz örtülü masada şarap bardaklarını uygun bezle silerken leke kaldı mı diye ışığa tutup bakıyordum, bardağı yukarı kaldırıp. Adamın dikkatini bu çekmiş ve bu hareketimi fevkalade bulmuş ve kimsede görmemiş. Övgü dolu o cümleler beni şaşırttı elbette. Ama o sözler işten çıkarılmamı engellememişti o gece. Para yok, sonra gelip alırsın dediler.

Günler geçip gidiyor ve yeni bir iş arayışını sürdürüyordum. Annem ikide bir paranı aldın mı diyordu. Birkaç kez gitmiştim ve yine para yok denmişti ve ben de boş vermiştim. Ama annem gidip paranı al demekten sıkılmamıştı. Ben de son kez gidip bir baktım, restoranı başkasına devretmişler. Gülümsedim. Bende ilk başta paramı alamamamın acısı olmuştu elbette, sonra şu gözlüklü aşçıınn övgü dolu sözlerini hatırlayıp durmuştum. Anlaşılan 19 günümü övgü dolu sözler için harcamıştım. Ama cidden öyle övgüleri ilk kez duymuştum iş hayatımda. Çok hoşuma gitmişti. 

İKİ KIZ BİR ERKEKHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin