62. Bölüm b (veda)

840 28 14
                                    

Birbirine bağlı kollarım artık uyuştu. Yol boyunca ne zaman soru sormaya kalksam duymazdan gelmiş, çırpınmalarıma aldırmamış, bağırışlarımı da müzik sesiyle bastırmıştı. Bu bana babamı hatırlattı. Bir yere gitmek zorunda kaldığımız zaman aynı arabanın içinde yolculuk yapıyorduk. Bu bizi bir arada tutan bir yöntemdi. Bazen boğazında bir tasma var gibi davranarak beni duymazdan geliyordu. Yanımda bulunmak istemiyor arada bir camı açıp derin bir nefes alıyordu.
Baba diye fısıldıyordum. Sesimi duymaya da mı tahammül edemiyorsun!
Söze başlayacağım, günümü anlatmak istediğim zamanlarda radyonun tuşuna basılırdı. Baktığım ekran sanki bana göz kırpıyordu. Ben kazandım Ada!
Aracın durmasıyla düşüncelerimden sıyrıldım. Nerede olduğumuzu deli gibi merak etsem de gözlerimi açmadım. Savaş'ın arabadan inmesiyle kollarımı kendime daha fazla çektim. Üşüyordum. Kısa bir süre sonra benim de kapım açıldı.
- İn.
Emir kokan sesi... inmek istemiyordum. Hâlâ nerede olduğumu kavrayamadım. Bir saat önce sakince çayımı içerken neden şu an olmam gereken yerde değilim. Düşüncelerimden habersiz nefesini dışarı bıraktı.
- Bir kez sözümü ikiletme kafamı kıracağım.
Gözlerimi ona açtım.
- Bana git dersen seni ikiletmeden evime giderim.
Araçtan inip kısık gözlerimle etrafı süzdüm. Adım atacağımı hissetmiş gibi elimi sıkıca kavradı.
- Git diyeceğim birini neden buraya getireyim? Biraz mantık Ada.
Elimi ondan çekmeye çalışırken bir yandan istemsiz adımlar atıyordum. Beni hiç zorlanmadan ilerletiyordu. Hayır bu durumumuz için sürüklemek tabiri daha uygun olurdu.
- Savaş bırak ben..
Elimdeki baskısını artırmasıyla cümlem yarıda kesildi.
- Boş yapıyorsun Ada.
Kısık gözleriyle yandan bana baktı. Yutkundum.
- Yapma.
Elimi hızla çektiğimde canımın acısıyla inledim. Tuttuğu elimi kucağıma çekerken dolu gözlerle ona baktım. Sert bakışları gözlerimden bir milim kaymadı. Yağmur hala çiseliyordu. Titrememek için dişlerimi sıktım.
- Ne zannediyorsun! Babamla görüşüp görüşmeyeceğimi sana mı soracağım?
Gözleri titreyen bedenimi süzdü. O umursamaz bakışlarının altında ezildiğimi hissettim. Tutarsızlığı beni soğuk havadan daha çok etkiliyordu.
- Evet.
Cevabıyla gözlerimi yumdum. Her zamanki gibi alaylı ifadesini korudu. Ona arkamı döndüm. Burdan hemen gitmeliydim. Yüksek duvarları yeni yeni fark ediyordum. Gözlerim irileşti. Burası... Savaş'ın annesiyle yaptığımız konuşma kulaklarıma sızdı.

"Onun için elbette fedakarlık yaparım." Bana yaklaştığında dirseklerini dizlerine yasladı.
"Özgürlüğünden de mi?"
Bakışları evin etrafındaki duvarlara çevrildi. Ben de sur gibi etrafımızı saran betona baktım. Sanki içerisi ayrı bir dünya gibiydi. Buranın gerçekten ayrı bir mevsimi vardı.
"Zihninden geçenleri merak ediyorum. Duvarlar, fikirleri ve hayalleri engelleyemez ya."
Keyiften yoksun gülümsedim. Dilim aklımdan geçenleri belirtip belirtmeme konusunda kararsızdı.
- Burası tarihteki feodaliteyi hatırlattı bana.

Kalp atışlarım hızlanırken duvarların üzerime üzerime geldiğini fark ettim. Titreyen ellerim benden bağımsız saçlarımın arasından geçti. Çıkış kapısına şimşek gibi çakan gözlerimle kendimi o tarafa atmam bir oldu. Arkamdan Savaş'ın bağırdığını duyabiliyordum. Sanki çok uzaktan gibiydi. Sanki bir yabancı gibiydi.. Ciğerlerimdeki yanmayı umursamadım. Ayaklarım çıplak asfalttaki şu birikintilerine bastı. Sırılsıklam olmuştum. Savaş'ın sesi daha yakınlardaydı. Kolumdan tutulmamla güçsüz bedenim ön tarafa savruldu. Beni göğsüne bastırdı. Gözlerimin önüne düşen saçlarımı çekmedim. Sadece önümde uzanan karanlık yola baktım. Yeni yeni kendime geliyor gibi çırpındım. Savaş öyle sıkı tutuyordu ki çaresizce kendimi bıraktım. Kollarını üzerimden çekti. Omurgası gitmiş bir vücut gibi yere yığıldım. Islak kaldırım, üzerime sıçrayan çamurlu sular... aklımda tek bir şey vardı. Donmak üzereydim. Yine de gözlerimi önüme uzanan ve beni her an yutacak gibi bekleyen yoldan ayırmadım. Savaş bunu fark etmiş gibi onunla arama girdi.
- Derdin ne senin!
Burnumu çektim. Kolları bana uzandı. Asfaltla olan temasımı kestiğinde bacaklarımı beline doladım. Başım sıcak boynuna gömülü halde yürüyorduk. Omzunun üzerinden geriye bakmaya cesaretim yoktu. Uzanıp bir el beni alacakmış gibi. Savaş'a kollarımı daha sıkı doladım. Başımı boynuna gömdüm ve gözlerimi kapattım. Rahatlatıcı kokusundan başka hiçbir şey kalmıyordu geriye.
- Oraya gitmek istemiyorum. O eve girmek istemiyorum.
Arabaya geniş kapının girişinde park halindeydi. İnmek için hareketlendim. Ancak Savaş'ın tutuşu gevşemedi.
- Anahtar sağ cebimde.
Titreyen parmaklarım zorlukla soğuk metal parçalarını buldu. Bir elini belimden çekip aracın anahtarını aldı. Vücudumdan elini çektiği yer havanın soğuğuyla buluşmuştu. Titredim. Savaş'ın derin bir nefes aldığını hissettim. Gerilmişti.
- Bazen seninle ne yapacağımı merak ediyorum Ada.
Aracın kapısını açıp oturmam için eğildi. Dar alanda olduğumuz için yüzlerimiz birbirine çok yakındı. Karanlık da olsa gözlerindeki ışıltıyı farkettim.
- Gemi batarken keman çalacaktık.
Dudakları hafifçe kıvrıldı. Gözlerine baktığımda dudaklarıma baktığını fark ettim. Gözlerini ayırmadan emniyet kemerimi taktı. Benim bakarken bile tek denemede takamadığım şeyi o ustalıkla halletti.
- Seni kendime bağlamak istiyorum.
Dudaklarından fısıltı şeklinde bu kelimeler dökülmüştü. Ölüm şarkısının son nakaratı gibiydi. Öpmek için bana yaklaştığında suratımı yana çevirdim. Sinirlenmesini bekledim ancak öyle bir şey olmadı. Boynuma uzun bir öpücük kondurdu.
- Öyle ki bensiz nefes alamayacak kadar.
Nefesi yüzüme çarptı.
- Bu büyük bencillik.
Keyifli hâline bürünerek geri çekildi.
- Ben bencil bir insanım Ada.
Sessiz yolculuğumuz ölüm gibiydi. Ona bağırmak, tüm bunların nedenini sormak ve hatta kaçmaya çalışmak... birçok şey düşündüm ancak ona boş bir bakış atmaktan ileri gidemedim. En azından şimdilik.
- Ne düşünüyorsun?
Aracı ustalıkla park ederken yöneltmişti bu soruyu. Duymazdan geldim. Bu tavırlarıma sinirlendiğini hissedebiliyordum ancak umrumda değil.
- İn.
Önümüzdeki apartmana baktım. Etrafını sarmalayan siyah camlar karanlıkta parlıyordu. Birkaç gölge dans eder gibi gezindi. Hâlâ uyumayan insanları izlerken inmek adına hiçbir gayrette bulunmadım. Kapım sertçe açıldı. Üzerime eğilip emniyet kemerimi açtı. Beni eve sürükledi. Ona dirensem, kolumu kendime çekmeye çalışsam da fayda etmiyordu. Vücuduma işleyen soğukla dişlerimi birbirine bastırdım.
- Bırak beni!
Önde o arkada ben merdivenleri çıktık. Beni çekiştirmesi yüzünden basamaklar ayağımın altından kayıp gidiyordu. Bilmem kaçıncı tökezlemem sonucu yine ona asıldım. Hiç zorluk çekmeden beni kendine çekti. Kapıyı gürültüyle açtı. Geriye doğru bir adım attım. Merdivenlere yönelen bedenimi hızla çekerek beni içeri itti. Öfkeli gözlerimi sırtında dolaştırdım. Kapıyı üç kez kitledi. Susuyordum. İçimde birçok şey patlamaya hazır bekliyordu ve ben susuyordum, susuyordum.
- Evet!
Hırçınca şöylediğim tek kelimenin altında birçok soru gün ışığına çıkmayı bekliyordu, sessizce. Yüzüme anlamsızca baktı ve anahtarı bakışlarım eşliğinde cebine attı. Dudaklarında oluşan kıvrıma lanet ettim. Bana cevap vermeden yanımdan geçecekti. Bir adım kayarak tam önünde durdum.
- Ne yapıyorsun Savaş. Seni anlayamıyorum neden!
Gözlerinin etrafındaki mor halkalar yakından daha çok belli oluyordu. Sinirden dolan gözlerim sayesinde çizilmiş gibi olan karanlık gözleri buğulandı.
- Dolapta yiyecek bir şeyler var, atıştırırsın.
Derin bir nefes verdiğimde gözüme kenarda duran vazo ilişti. Titreyen ellerimle onu alıp tam ayaklarının dibine fırlattım. Aramızdaki gerginliği öyle bir delmişti ki. Adımları duraksadı. Yavaşça bana döndü. Anlayamıyordum. Gözlerine baktığım bu adamın bu kadar yabancı olmasını, tüm bu yaşananları anlayamıyordum. Gözlerim etrafı taradı. Piyanonun ayna gibi yüzeyine baktım. Hızla üzerindeki bibloları yere fırlattım. Hepsi siyahtı! Hepsi siyah! Kanepenin üzerindeki yastıkları, duvarda asılı fotoğrafları, kitaplıkta kalınlığıyla yarışacak kitapları... Hepsi teker teker yere seriliyordu. Öfkem buram buram etrafa yayılırken tek bir şeyden ses çıkmıyordu. Taştan daha sessizdi. Savaş ULUSOY!
Karşılık vermeden piyanoya yaklaştı. Bakışlarında hangi duygu var görecek halde değildim. Parmakları yavaşça tuşlara uzandı.
- Şaka yapıyor olmalısın!
Ayağımla piyanonun önünde duran tahta tabureyi devirdim. Gürültüyle yere düştü. İşlemeleri, üzerine atılmış siyah örtüyle burası beni boğuyordu. Savaş sanki beni görmüyordu. Eğilip ahşap tabureyi kaldırdı. Dik bir şekilde oturduğunda beyaz parmakları tuşların üzerindeki yerini almıştı ancak basmak adına herhangi bir girişimde bulunmadı. Derin bir nefes aldım.
- Bu evi senin başına yıkmamı mı istiyorsun?
Gözleri bana döndü. Odayı hafifçe tuş sesleri doldurdu. Ustalıkla çalması beni şaşırttı. Ancak bu çok kısa sürdü.
- Kır, dök ve parçalara ayır Ada. Bunlar senin iyi olduğun konular.
Suçlamasıyla gülümsedim. Ancak gözlerimden bir damla yaş yanağımda kaydı.
- Bunu bana sen mi diyorsun?
Önüne dönüp çalmaya devam ettiğinde gücümün yettiğince bağırdım.
- Bunu bana sen mi diyorsun!
Tepkisizce tuşlara bakması beni daha çok çileden çıkartıyordu. Çaresizce dış kapıya ilerledim. Kolunu indirdiğimde açılmayacağını biliyordum. Sinirle yeniden denedim ve yeniden..
Damlalar artık daha hızlı akıyordu. Hıçkırarak kapının dibine çöktüm. O an bizi gözlemledim. Piyano çalan adama baktım. Etrafında hiçkimse yokmuş gibi kendini müziğin dünyasına bırakmıştı. Hıçkırma seslerim notalarının arasında kayboldu. Kollarımı bacaklarımın etrafına doladım. Ara sıra iç çekiyordum ancak müziğiyle sakinleştiğimi hissettim. Bunu fark etmiş gibi daha yavaşladı. Hatta fark etti diyemezdim çünkü bunu baştan beri biliyordu.
- Beni yönetmenden bıktım artık! Anlıyor musun?
Son tuşa bastı ve etraf eski sessizliğine büründü. Oturuşunu düzelterek bana doğru döndü. Hâlâ tek kelime etmiyordu. Gözlerimi ondan kaçırmadım.
- Neden her seferinde düzenimi bozuyorsun! Tam bir insanın varlığına alışmışken neden onu benden çekip alıyorsun!
Dudakları usulca kıvrıldı. Ancak içlerinde hüzün vardı.
- Sen küçük bir kız çocuğusun. Etrafındaki her şeye inanan, nedenini sorgulamayan.
Yerimden zorlukla kalktım. Ona ilerlediğimde ayağımın altına birçok eşya serildiğini gördüm.
- Benimle bu şekilde konuşamazsın yeter artık. Ben senin kölen değilim, küçümseyip alay edebileceğin küçük bir kız çocuğu da değilim!
Elimi ona uzattım. Açık avuçlarıma baktı.
- Anahtarı ver bana.
Gözleri tekrar yüzüme döndü.
- Ne yapacaksın, babana mı koşacaksın?
Gözlerimin karardığını hissettim. Kulaklarımda bir çınlama vardı. Hızla yüzüne tokat attım. Yüzü sağ yanına döndü. Dişlerini sıktığını çok iyi görmüştüm. Boğazında beliren uzun damara bakmamı bana dönüşü engelledi.
- Babamla aranda tercih yapmamı istemedin. Onu seçeceğimi biliyordun değil mi? O yüzden beni zorla getirdin!
Gitmek istiyorum.
Anahtarı almak adına ellerimi cebine uzattım. Tek eliyle iki bileğimi kavradı. Sıkmasıyla yüzümü buruşturdum.
- Hiçbir yere gitmiyorsun. Ayrıca az önceki tokadın hesabını sana sormasını bilirdim ama..
- Ama ne! Ne, hesap sormadığın için teşekkür mü etmeliyim?
- Yeter Ada! Hala görmüyor musun!
Bileklerimi hızla kendime çektim. Tam gözlerinin içine bakıyordum.
- Baban neden şimdi döndü, neden daha önce değil de şimdi döndü?
Sorusuyla afallamıştım. Kaşlarımı çattım.
- O artık değiş..
- Siktir buna gerçekten inandın mı!
Başını iki yana sallayarak tavana kaldırdı.
- Ne demek istiyorsun? Kaç gündür babamla aramız ne kadar iyi biliyor musun sen! Kaybettiğimiz günler geri gelmez ama..
- Sahi mi Ada, kendine gel!
Donuk gözlerim onu sakince süzdü.
- Bir şey biliyorsun. Ne bildiğini söylersin ya da..
Kaşlarını meydan okurcasına kaldırdı. Erkeksi sesi kulaklarıma kadar ulaştı.
- Ya da?
- Savaş benimle oyun oynama! Ne bildiğini söyle eğer söylemeyeceksen de babam hakkında atıp tutmayı bırak!
Gülümsedi. Dudakları dişlerinin arasındaki yerini aldı. Bu, gergin olduğunda yaptığı bir hareketti.
- Duymaya hazır olmadığın şeyler konusunda çok cesursun Sincap.
- Duymaya hazırım artık her şeyi bekliyorum. Giderek herkes bana yabancılaştığı için söyledikleri ve yaptıkları da o kadar koymuyor. Ben de kırıp, döküp, parçalara ayırıyorum. Bir yabancının dediği gibi.
Gözlerinin alev alev yandığını hissettim. Onu kendi benliğim dışında tutmama son derece sinirlenmişti.
- Babanın gelmesinde, birden sorumluluk sahibi bir ebeveyne dönüşmesinde bir boklar olduğunu biliyordum. Daha sonra gerçek sebebi anladım. Ceza evine gittim babamla konuşmak için.
Yutkundum. Başımı dik tutarak söyleyeceklerini idrak etmeye kendimi programladım. Yüzüm kaskatıydı. Bir taş gibi. Bekledim içindeki zehri kusmasını.
- Babanı çağırmış seninle ilgilenmesi ve benden uzak tutması için.
Tepki vermeden onu dinledim.
- Ki ne kadar doğru bir plan öyle değil mi Savaş. Babanın yaptığı plan, bizi uzaklaştırmayı geç birbirimize tamamen yabancılaştırmış oldu.
- Şunu demeyi kes!
Ellerimi ona uzattım. Yüzüme baktı. Beni çözmeye çalışıyor gibiydi.
- Şu aptal anahtarı ver.
Ne tek kelime etti ne de anahtarı bana verdi. Gitmekten vazgeçmeyeceğimi anladığında derin bir nefes aldı.
- Hâlâ gitmek istiyorsun öyle mi, söylesene nasıl bu kadar gurursuz olabiliyorsun?
Tüm tepkisizliğim yıkıldı, gözlerine baktım. O an sanki o uğursuz müzik tekrar başlamıştı. Tüm notalar bedenimin üzerinde gibiydi. Savaş'ın hünerli parmakları hızla notalar üzerinde kayıyor. Her seste içimde bir şeyler kopuyordu. Ona bir tokat daha patlatmak istedim, acı çekmesini sağlamak belki de o an oradan yok olmak... Her defasında dünyada gereksizden başka bir şey olmadığım konusunda nasıl herkes hemfikir olabiliyordu? Gözlerim kararırken bir iki adım geriledim.
- Hiçbir yere gitmiyorsun!
Zihnim sürekli o sözleri tekrarlıyordu. Nasıl bu kadar gurursuz olabiliyorsun? Nasıl?
Nasıl bu kadar gurursuz olabiliyorsun?
Çığlık çığlığa bağırmak istedim. Ben o an çok şey yapmak istemiştim aslında. Dudaklarımdan kuru bir nefes çıktı.
- Senden öyle çok nefret ediyorum ki!
Ağız dolusu söylediğim cümleyle afalladı. Bunu benden beklemiyor gibiydi. Ancak o heykel yüzü hemen eski hatlarına kavuştu. Ne yapsam onu yenemeyecek miydim?
- Ne o şaşırdın mı! Söylesene herkesi kendi baban gibi mi zannediyorsun?
Yüzündeki ifade gölgelendi. Ancak o kadar çabuk toparlandı ki tüm bunlar benim mi yanılgım sorgulamaya başlamıştım.
- Babalarımızı mı yarıştıracağız? Peki o halde sıra bende.
Alay eder gibi parmaklarını çenesine koydu. Bir müddet düşündü.
- Sanırım buldum. Benimki en azından ne mal olduğunu belli ediyor?
Pencerenin önüne ilerledim.
- Ne mal olduğunu belli ediyor mu? O adam okul müdürüydü. Bu mevkiye ulaşıyorsa ya etraftaki insanlar kör ya da baban ne mal olduğunu ustaca gizliyor.
- Anahtar kelimenin para olduğunu unutuyorsun Ada.
Söylediklerini duymazdan geldim.
- Beni öldürecekti o adam. Ama haksız da sayılmaz öyle değil mi? Güya oğlu beni önemsiyor, değer veriyor... Ama bilmiyor ki beni en çok yaralayan kendinden bir parça. Öyle değil mi Savaş ULUSOY. Baban bunu duysa ne keyiflenir ama.
İçimi, ruhumu çürüttüğünü hissediyorum eminim baban bilse, bu gerçek sayesinde seninle gurur duyardı.
- İleri gitme!
- Ne olur gidersem? Beni de baban gibi hapse mi attırırsın!
Yumruklarını sıktı. Hızla duvara geçirdiğinde binanın titrediğini hissettim.
- Sana sus dedim!
- Ablanın katilini bırakmıştım öyle değil mi? Bunun bedelini fazlasıyla ödedim. Peki neden bu gurursuz kızı bırakmıyorsun! O kadar mı duygularına söz geçirmekten acizsin?
Sözlerimin onu yıkmasını, şaşırtmasını istedim. O buz kaplı yüzünün biraz olsun farklılıkla gölgelenmesini... Hiçbir şey olmadı. Ona yaklaşıp cebine uzandım. Tepkisizdi. Anahtarı usulca aldım. Metal parçalarının sesi avuçlarımın arasında kayboldu. Çıkış biletimi anahtar değil son sözlerim belirlemişti. Kapıyı açıp derin bir nefes aldım. Göğüs kafesim sıkışıyordu. Gözlerim son kez ona döndü. Olduğu yerde cansız bir manken gibi dikiliyordu. Anahtarı kapının arkasında bırakarak kapattım. Aralıktan kaybolan son görüntüsüne kadar zihnime kazıdım. Bu onu son görüşüm gibi hissediyordum. Daha önce birçok kez kavga etmiştik. Hatta biz hep birbirimizi boğazlayacak durumda, uçlarda yaşıyorduk. Her seferinde beni kontrol altına alıyor, kendine çekiyor ve etkisini benliğimde hissetmeme izin veriyordu. Bu sefer farklı Ada. Karanlık sokağa ilk adımımı attım. Soğuk beni kendime getirmişti. Kollarımı vücuduma sarmadım. Yüzümün katılığı üşüdüğüme dair hiçbir iz barındırmıyordu. Pencereden bana baktığını hissettim. Adımlarım hızlandı. Çok hızlandı. Öyle ki kendime geldiğimde koştuğumu farkettim. Hıçkırdım. Ellerim gözyaşlarımın daha da üşüttüğü suratımı kapattı. Hayatta güvenebileceğim kim vardı? Ya da birine ihtiyacım var mıydı? Babamın bile beni araç olarak kullandığı bu hayatta hangi sevgi tatmin olmama yardım ederdi?

Savaş'ın çaldığı müzik gibiydi sokaklar. Onun parmakları giderek hızlandı. Düşüncelerim gibi, adımlarım gibi... nefesim hızlandı, koştukça kahve saçlarım omzumun üzerinde dağıldı.
Etrafımdaki insanların gözlerinin bana kaydığını hissettim. Benim onu çalarken izlediğim gibi. Şaşkın ve meraklı....

Gözlerimin önünde uçuşan şeye baktım. Bu bana neyi hatırlatmıştı? İçime derince bir nefes çektim. Kokusu bile tanıdık geliyordu. Etrafımdaki her şeyin bir an döndüğünü hissettim. Küçükken annemin elinden tutup dedemin mezarına gittiğimiz günler... onunla aramızın her daim iyi olduğunu ve bana çok değer verdiğini hatırlıyordum. Yanımdan erken ayrılmıştı. Belki de bu yüzden erken gitmişti. Annemin sözleri zihnimde yankılandı.
İyiler hep erken gider Ada!
Kırmızı kaşe montum ve beremle kış ayının gerektirdiği tüm sevimli kıyafetleri üzerinde taşıyan küçük bir kız çocuğuydum. Savaş'a göre hâlâ öylesin diyen iç sesimi karanlık köşeye yeniden gönderdim. O gün o küçük kız mezarda gülümsedi diye ceza almıştı. Sarsılan bedenim annemin kolları arasında olsa da gözlerim hala o kelebekteydi. Dedemin mezarının üzerinde gezen küçük turuncu kelebek. Karların arasında ben buradayım diye bağrıyordu.
- Anne bak kelebek.
Görüyor musunuz? İnanmayan bakışlar bir süre sonra beni görmezden gelmeye dönüşmüştü. Şimdi bu anıyı hatırlama sebebim olan kelebeğe yeniden baktım. Sahile kadar gelmiştim. Deniz ışıklar yüzünden aydınlanmıştı. Rengarenk ışıklar suyun yüzeyinde dağılıyor ve birbirine giriyordu. Kelebeğe baktım. Bu renk cümbüşünde bile ben buradayım diyebiliyordu. O kadar farklıydık ki. Bu güne kadar dünyada önemli bir yerim olduğuna inandım. Çok sonraları farkettim. Toz tanesinin bile bir amacı, görevi, işlevi vardı. Dalgalı sulara doğru bağırdım.
- Peki ben!
Hıçkırıklarım Savaş'ın notaları arasında boğuldu. Yalnızdım. Etrafımda bana değerli olduğumu hissettirecek hiçbir şey yoktu. Sahi.. Öyle değil miydim? Öyle miyim? Ellerimi saçlarımın arasından geçirdim. Her sokağı denize çıkan bu şehir! Bana ne mesaj vermeye çalışıyorsun? Yoksa sen de mi benden kurtulmaya çalışıyorsun? Adımlarım denize ilerleyen turuncu kelebeği takip etti.

Değersiz birinden nasıl gurur bekleyebilirsin!

Savaş'ın parmakları tuşlar üzerinde öyle hızlandı ki. Daha fazlası mümkün değildi. Hüzün değil heyecan gelmişti. Bu bana sonu hatırlattı. Bu bana sonumu hatırlattı. Duraksadım.
Eğer yok olursan baban seni nasıl kullanabilir Ada?
Nefes almadığın zaman Savaş'ın sözlerinin ağırlığı nasıl nefesini kesebilir? Atmayan bir kalp nasıl kırılabilir? Yaşamayan beden nasıl gurursuz hissedebilir?

Gülümsediğimde gözlerimden bir yaş aktı. Sanki dudaklarıma yerleşen gülücük Savaş'a ithafendi. Bir elinin parmakları usulca tuşların üzerinden çekildi. Alkış bekleyen sanatçılar gibiydi. Bir yanımın özgür kaldığını hissettim ama gözlerindeki beklentiyi hissetmedim. O böyle şeylerden hoşlanmazdı. Yine de omuzlarımı silktim.
Ne bakıyorsun bana öyle. Kendi sonumu mu alkışlamalıyım? Bunu benden bekliyor musun? O kadar mı gurursuz olduğumu düşünüyorsun! Doğru.

Ve parça son tuşa basmasıyla bitti. Diğer elini de sahiplendiği beyaz tuşlarının üzerinden çekti. Sağ koluma gözlerim indi. Tamamen serbest kalmış gibiydim. Her şeyin bittiğini gösteren o son parmak hareketi... Diğerlerinden daha gür ve yankılı. Altındaki mesaj açıktı.
Parça bitti.
Ben de bittim.
Beni sen bitirdin.
Dudaklarımın arasından son sözüm de firar etti.

"Beni siz bitirdiniz..."

Son.

Yayımlanan bölümlerin sonuna geldiniz.

⏰ Son güncelleme: Nov 30, 2020 ⏰

Yeni bölümlerden haberdar olmak için bu hikayeyi Kütüphanenize ekleyin!

SİYAH MEŞALE Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin