Drake akıl hastanesinin o iğrenç alkol kokusunu tekrar ciğerlerine çektiğinde yüzünü buruştursa da mızmızlanmayacak kadar neşeliydi. Alex’ten ilk aldığı gerçek tepkiyi hatırlayınca pis bir sırıtış yüzüne yerleşti. Babasının odasına girmek için bir tomar parayı güvenliğe vermişti, yine. Aslında polis tarafından korunan bir yerdi ama eski bir yunan atasözünün dediği gibi;
“Para her kapıyı açar ancak kilitleyemez.”
Babası yumuşak yastıkları olan hücresinden çıkarılmış normal hasta odasına yatırılmıştı. Tabii bunun için de oldukça fazla para harcamıştı.
-Geç kaldın, piç!
-Sana da merhaba baba.
Drake içeri girip kapıyı ardından kapattı. Odanın içinde sadece bir yatak vardı ve babası kayışlarla yatağa sıkı sıkı bağlanmıştı, hastane önlüğünden görünen kolları ve bacaklarında yol yol kanlı izler vardı. Olabildiğince sakin kalıp yatağın baş ucuna geçti. Gündüz gözüyle babasının ne kadar çöktüğünü daha net görebiliyordu.
-İyi görünüyorsun.
Babası cevap vermek yerine yüzüne tükürdüğünde dişlerini sıkıp derin bir nefes aldı ve suratını sildi.
-Beni buradan ne zaman çıkaracaksın?
Drake durumu dikkatle değerlendirmişti, elbette. Öz babasının tımarhanede yatmasına göz yummak her ne kadar zoruna gitse de bu ikisi içinde çok iyiydi. Babasının nöbet halleri güvenilmezdi. Bu da bir el bombasının pimi çekilmiş şekilde elde tutmaya benziyordu, ne zaman yorulup bırakacağınızı bilemiyordunuz. Hem Drake işine burnunun sokmasını istemiyordu hem de burada çok daha güvendeydi. Alex’in parmağının ulaşabildiği her şey yok olmaya mahkumdu.
-Sana bir sürprizim var.” Dedi soruyu direk atlayarak. Birkaç saniye sonra odanın kapısı çalındı ve iki hastane görevlisi sürgülü masayla beraber televizyonu içeri soktular. Drake çıkmalarını işaret ettikten sonra televizyonun yanına gitti ve telefonunu bağladı. Tekrar babasının yanına gitti ve uzaktan kumandayla telefonundaki videoyu oynatmaya başladı. Görüntüde bir trafik kamerası tarafından çekilmiş yarışan iki araba vardı. Alex’in yüzünü gördüğü anda iştahı kabardı.
Canını yakacağım, küçüğüm.
Babasının küfrettiğini duyunca videoyu başlattı. İki araba delicesine birbirini sollamaya çalışıyordu. Videonun hızını azalttığında tatminkar bir gülümseme baba oğulun yüzünü esir aldı. Alex dikiz aynasından arkasını kontrol ediyordu ve yüzündeki dehşet ifadesi o kadar açıktı ki Drake bu kareyi bastırıp duvarına yerleştirmişti bile. Onu korkarken görmek tek tatmin olduğu şeydi.
-Daha iyisi var baba.
Bir sonraki videoyu oynatmaya başladığında Alex otoparkta arabadan inip tekerleği tekmeliyordu. Babasının kahkahası odayı doldurduğunda nihayet omuzlarından yük kalmış gibi özgür hissetmeye başlamıştı. Kareye Oliver girdi ve kızı tartakladı.
-Drake, seninle gurur duyuyorum oğlum.
Oliver kuruldan olumlu sonuç çıktığından beri –ihaleye girecekti ama babasının onayından geçecek rakamla- girdiği iyimser ruh halini bir kenara bırakmıştı. İçiyordu. Çok içiyordu. İlk defa bir işin peşini bırakmayı düşünmeye başlamıştı. Çocuk gibi denetlenmek canını sıkıyordu.
-Bay Cylton, Bayan Cavangah geldi.
-İçeri al!
Helen kalçalarını zor örten kırmızı elbisesiyle içeri girdi. Sevimli gülümsemesiyle ona doğru ilerledi. Oliver viski kadehini tekrar doldururken onun bu yapmacık halini görmezden gelmeyi tercih etti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
FİRARİ DUVAK
AdventureEski bilgisayar korsanı çiçeği burnunda gelin Alexandra Daniella, kendi müstakbel kocasından kaçarken kendini genç iş adamı Oliver Cylton'un nam-ı diğer Kamikaze'nin kollarında bulur. Bu garip karşılaşma ikisinin de hayatını altüst edecektir.