19.Bölüm❧Ölüm Ringi

816 124 10
                                    

19.Ölüm Ringi

Ruhum, bir ölüm ringi üzerinde duruyordu.

"Zamanı geldi." kadının şeytani fısıldayışı tüm o kalabalığı yarıp kulaklarıma doldu ama söylediğini şoktan fark edemedim, ayaklarım bana bugünün en büyük ihanetini göstererek o ringe çıktı ve bedenim resmen bir çöpmüşüm gibi Kunter'in üzerine fırlatıldı.

Bedenim, bir ölüm ringi üzerinde duruyordu.

Çığlıklar zemini titretirken bir kamera durmadan etrafımızda dönüyor, tepeden sahneye sarkan ışıklar beni kör ediyordu.

"Nefn'de büyük gün!" diye bağırdı bir adam elinde tuttuğu mikrafona. İnsanlar onun bu bağrışıyla daha da coşkulu çığlık atmaya başladı. "Yeraltı'nın Cennetten Kovulan'ı, Kunt!"

Kalabalık çoşkusuna çoşku katarken bir kısmı elindeki paraları etrafa fırlatıyor, ağızlarından salya akıta akıta Kunter'e bir şeyler bağırıyordu. Sanki salon ikiye bölünmüştü çünkü yuhlamalar neredeyse heyecanlı kalabalığın sesini bastıracak kadar gürdü. Kunter bir elini belime koyarak beni geriye, bedeninin arkasına çekti. "Kunter neler oluyor?"

Boşta kalan eliyle burnundan akan kanı silip başını bana çevirdi. "Sakin ol."

"Karşısında Cehennem'in gizlediği İblis, Kungar." yuhlamaların çoğunluğu kayboldu. Herkes onu tutuyordu. Ellerim telaştan titremeye başladığında Kunter'in koluna sıkıca tutundum.

"Ve hemen yanlarında duran misafirimiz. 19 Büyük Şeytan'ın varisi, Mina!" ve seyirciler sanki tüm gündür bu anı bekliyorlarmış gibi bir ağızdan bana bağırmaya başladılar. Bedenim olabilirmiş gibi daha da kasıldı.

İsmim, bir ölüm ringi üzerinde yankılanıyordu.

"Nefn'e giren bir ölümlünün suçu, ölüm maçıdır! Bugün Hermes Kunt'u kurtarmak için burada olmayacak!" kalabalığı çoşkulandıran adam, dikkatli bakışlarım üzerinde yoğunlaştığında hızlıca beynimde yer edindi. Tilde? Kadının bağırdığı kişiydi bu, kapıda beni bulmuşlardı.

"Mina." Kunter sıktığı dişleri arasında ismimi söyledi, gözleri bir yol ararcasına etrafta dolaşıyordu. "Mina, bana bak. Kendine gelmek zorundasın."

Biliyordum ama korkuyordum. Ne yapacağımı bilemez bir şekilde gözlerine baktım, korktuğumu bildiği için benimle sakin konuşmak istiyordu ama içinde nasıl bir savaş veriyorsa bu onu engelliyordu. "Han burada. Onun yanına git ve yanından sakın ayrılma, ne derse onu yap. Duydun mu beni? Onun yanından sakın ayrılma."

Kunter daha cümlesini bitirmeden kolumdan çekilerek ondan uzaklaştırıldım. "Bu güzelliğin bu kadar durması yeter. Biz gerçek bir savaş istiyoruz!" ve anında kabaran kalabalık...

Tilde beni ringden indirip peşinden sürüklerken yandan gelen bir adam kolundan tuttu. Başımı ürkekçe o tarafa çevirip kim olduğuna baktım ve gördüğüm kısa, kahve saçlarlarla rahat bir nefes aldım. Han, Tilde'nin kolunu tutup kulağına bir şeyler fısıldıyordu. Gözleri Tilde'nin ardında kalan Kunter'in üzerindeydi. Tilde duyduğu şeylerle sırıtırken kolumu serbest bıraktı. "Al, senin olsun." ve yeniden ringe çıktı.

"Senin ne işin var burada?" sormam gereken ilk sorunun bu olmaması gerektiğini biliyordum ama kendimi tutamıyordum. Bu her ne kadar kontrol bende olmasa da benim rüyamdı. Ve Han aniden burada belirmişti. Daha bilmediğim, sadece öyle olduğunu sandığım kim bilir ne kadar şey vardı?

"Şimdi sırası değil, seni güvenli bir yere götürmem gerekiyor."

"Olmaz Han! Kunter'e ne yapacaklar? Şimdi ne olacak? Onu burada bırakamayız, kurtarmamız gerek. Baksana haline, bitmiş durumda!" Kunter'e ne yapmışlardı, bilmiyordum ama hırpalanmıştı. Kaşı patlamıştı, burnundan kan geliyordu ve elmacık kemiği morarmıştı. Üzerinde tişörtü yoktu, sadece siyah bir şortla duruyordu, kasları kasılmaktan iyice belirginleşmiş, vücudunu kaplayan ter kavrulmuş tenini daha da parlak göstermişti. Gözleri pars gibi Kungar'ın üzerinde geziniyordu, ellerine üzerleri kanlanmış bandajlar sarılıydı, kanın kime ait olduğunu tahmin edemedim. Bir anlığına Haya Taşı'nı nereye sakladığını merak ettim ama onun için duyduğum endişe bu soruyu hızla geri plana attı.

RUH CİNAYETLERİHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin