11.Bölüm❧Cinayet

1.3K 144 30
                                    

The Girl and the Dreamcatcher - Glowing in the Dark


CİNAYET


Yürüyordum.

Adımlarım bir tüy kadar hafifti. Yere düşen yapraklar bile benden daha fazla dikkat çekiyordu karanlıkta. Ormanın nefesi benim nefesimden daha net duyuluyordu. Ciğerlerimi doldurmama izin vermeyen bu güç, bir yandan beni en savunmasız yaparken diğer yandan da kendim hariç herkesi yenmem için gerekli olan gücü veriyordu.

Bir deliğin önüne gelene kadar ilerlemeye devam ettim.

Burası bir tavşan deliği büyüklüğündeydi. Hemen yamacına kurulduğu koca gövdeli ağaç ölmüştü. Ölümünün kokusu burnuma kadar geliyordu. Ağaç kovukları ve deliğin etrafı yosun tutmuş, deliğin üstü yapış yapış bir sıvıyla adeta örülmüştü. Buranın ölümü o kadar netti ki... Burada bir şeyler vardı. Sanki bir zehir buraya salınmış, ormanı birden değil de yavaş yavaş öldürmek istemiş gibiydi.

Kapüşonumu başıma geçirdim.

Deja vu.

Hırka kolunu ellerimi pis sıvıdan koruması için parmaklarıma kadar çekmiştim. Kolumla yapışkan sıvıyı olabildiğince deliğin kenarına ittirdim ve en temiz haline bir adım attım. Ayağım deliğin içine girer girmez bir el tarafından sıkıca yakalanmış ve aşağı doğru çekilmiştim.

Çığlığım kulaklarımı delerken sırt üstü öyle sert düştüm ki, başımı bir kaya parçasına çarpmadan kurtaramadım.

Gözlerim kayarken hissettiğim ikinci şey, toprak üzerinden deliğe çekilmemdi.

Karanlık içerisinden yükselen sesler vardı. Tenimde yanan ateş, küllerini bırakan zehir vardı ama ben tüm bunlara baş kaldırmak için çok güçsüzdüm.

Başım yere vuruyordu, bacaklarımdan tutan adam sanki bir tüyü peşinden sürüklüyor gibiydi. Zorlanmıyor, nefes nefese kalmadan planlanmış bir robotmuşçasına hedefine ilerliyordu. Gözlerim önündeki görüntüler bir gidip bir gelirken çekilmem bitti ve ayaklarım serbest bırakıldı. Ellerimden biri direkt başımın arkasına gitti. Tahmin etmesi zor değildi. Parmak uçlarım anında kanla ıslanmıştı.

Kana bulanmış parmaklarımı burnuma getirip kokladım. Aklımda tek bir soru vardı. Bu bir rüya mıydı?

Artık rüyalarımla gerçek dünyayı ayıramayacak kadar arafta kalmıştım.

Zor da olsa yattığım yerden doğruldum. Beni bırakn kişi gitmişti. Olduğum yerde kimse yoktu, ileriden damlayan su sesleri geliyordu, duvarlara asılan meşaleler bu koca mekanı aydınlatmak için yeterli değildi.

Başım dönüyordu ama burada kalamazdım. Bacaklarıma söz geçirebildiğim ilk anda yerden destek alarak ayaklandım ve duvara asılı meşalelerin yanına ilerledim.

Korkmuyordum. Eğer iki yıl önceki Mina olsa korkudan ağlayıp Tanrı'ya onu bu kabustan uyandırmasını isterdi ama büyümüştüm. Alışmıştım. Öyle ki, en kötüsünü yaşamıştım. Bundan daha berbat ne olabilirdi? Ölmek benim için bir cezadan çok ödül olurdu.

'En kötüsünün bu olduğunu düşünüyorsan, seninle işleri bittiğinde ne halde olduğunu görmek isterdim.'

Meşaleyi duvardaki yerinden ayırdım ve karanlık içerisinde ilerlemeye başladım. Mağaradaydım. Mağaranın duvarları geniş alanı bir sürü küçük odacığa bölmüştü.

RUH CİNAYETLERİHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin