Bölüme başlamadan önce bir yeri değiştirdim. Normalde Erva'nın gözleri Deniz'in yani babasının gözleriyle aynıydı. Fakat bunu değiştirip Deniz'in gözlerini mavi yaptım. Erva gözlerini annesinden almış olacak yani. Her yönüyle babasına benziyor fakat gözleri ona annesinden geçmiş.
Erva'dan;
Saat 12 olduğunda buluşacağımız kafeye ulaşmıştım. Şemsiyemi kapatıp derin bir nefes aldım. Yağmur hafif hafif yağarken üzerime düşen damlalar bana güç veriyordu. İçeriye yavaş ve biraz da tedirgin adımlarla girdim. Kafeye gelene kadar on binlerce kez bu fikirden vazgeçmek istemiştim. Her seferinde kendimle çelişmiş ve bunun iyi bir fikir olup olmadığını sorgulamıştım. Daha sonra ise her şeyi boşverip kafeye gelmeyi başarmıştım. Ne olacaksa olsundu. Kendimle çelişmek yerine yaşayıp neler olduğunu görmeyi tercih etmiştim.
Annemle babam yeni hastaneden çıktığım için dışarı çıkmamam için ısrar etselerde bunun önemli olduğunu ve kararlı olduğumu belli edince babamın beni bırakması şartıyla izin vermişlerdi. Herhangi bir şey olursa aramam gerektiğini sıkı sıkı tembih etmişlerdi.
Selen bugün beni arayıp sesimden bir şeyler olduğunu anlamıştı. Ona söylememiştim. Yorgunluktan olduğunu falan söyleyerek onu geçiştirmiştim. Başka bir şeyler olduğunu anlasa da üzerime gelmemişti. İlk önce kendim bir şeyleri netleştirmeliydim. Kafam bu kadar karışıkken ona olanları anlatmak oldukça zordu.
İçeriye girdikten hemen sonra bakışlarımı birkaç kere geldiğim kafede gezdirdim. Etrafta onu göremeyince tam daha gelmediğini düşünüp herhangi bir yere oturacaktım ki kafenin köşesinde oturan bedene çarptı bakışlarım. Onu görünce elimdeki şemsiyeyi biraz sıkarak ilerlemeye başladım. Masanın önüne geldiğimde bakışları bana döndü. Benimkilere benziyen yeşil gözleri ile kesiştiğimizde bir şey demeden hemen karşısındaki sandalyeye oturdum. Şemsiyeyi yana astığımda garson gelip siparişimizi almıştı.
Garson gittikten hemen sonra ortamda bir sessizlik oluştu. İkimizde konuşmaya başlamak için adım atmadık. Ona yabancı değildi bu sessizlik, beni de rahatsız etmemişti. Ama bir süre sonra artık konuşmaya girmem gerektiğini fark ettim.
"Nasıl anladın?"
Direk konuya girmenin daha iyi olacağını biliyordum. Çünkü ne Ömer ne de ben gereksiz muhabbetlere girebilecek durumda değildik.
Sorumun hemen ardından kafasını kaldırdığında garson gelip siparişlerimizi masaya bıraktı. Hemen ardından başka bir şey isteyip istemediğimizi sorup yanımızdan ayrıldığında Ömer derin bir nefes verdi.
"Sen öz babanı bulduktan birkaç gün sonra annemin yastığının altında bir şey buldum. Bir fotoğraf. Resimde annem, bir adam ve adamın kucağında bir bebek vardı. Fotoğrafın hemen arkasında bir tarih. 3 Ocak 2003. Her şeyi bu fotoğraf başlattı. Gerisi de geldi zaten. Televizyonda bir haberde gördüm babanı tesadüfen. Fotoğraftaki adamın baban olduğunu anladım. Daha sonra da senin baban olduğu ortaya çıktı. Çok fazla olay oluyordu. Bu yüzden bu şüphemi bir süre kendime saklamaya karar verdim."
Duygusuz ve düz bir şekilde anlattıkları, olaylara olan bakış açısını anlamamı zorlaştırıyordu. Olayları birbirine bağlayıp uzun süre bu bilgileri kimseye söylemeden içinde tutmak çok zor olmalıydı. Bu kadar zaman nasıl tek başına yüklenmeyi başarabilmişti?
"Peki daha sonra?"
Sakince sorduğum soruyla devamını da anlatmasını istediğimi belirttim. Bana içindekileri dökmesini istiyordum. Neler hissettiğini bilmek istiyordum fakat o duygularından hiç bahsetmiyordu.
"Daha sonra elime bir kağıt parçası geçti. Yıpranmış ve eskimiş olan bir mektup parçasıydı. Babana yazılmıştı, annem tarafından."
Cebinden çıkardığı kağıt parçasıyla nefeslerim boğazımı tıkadı. Yutkunmaya çalıştım. Bir süre gözlerimi kağıda diktim. Almak isteyip istemediğimden emindim. Öz annemden bir parçayı kabul edecek güçte değildim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Selenophile • Yarı Texting
ContoBoslukbirak: şimdi sil gözyaşlawni Boslukbirak: ben senin yerine de ağlarım Boslukbirak: sevmeyişlerine, acı çekişlerine, başka bir kıza aşık oluşuna ağlarım Boslukbirak: sil gözyaşlarını güzel adam Boslukbirak: gece senin gozyaslwrinla ıslanmasın ...