kda, bea miller, g idle, wolftyla - the baddest
omuzlarıma bırakılmış olan cekete sıkıca sarılırken ağlamaktan kızarmış burnumu çekerek hıçkırdım. jungkook'a ne olduğunu bile bilmediğim ikinci saatin içindeydim. eve gelmiştik ve yol boyunca ağlayan ben anca sakinleşebilmiştim. kai ve jennie beni anlayabilecek kişilerdi, bu yüzden tek yaptıkları yanımda olduklarını göstermekti.
barın hemen ilerisinde, taehyung'u olabilecek durumlarda hızlıca kasaya götürebileceğimizi hesaplayarak tuttuğumuz evdeydik. geleli çok olmamıştı. taehyung'u çoktan odalardan birine almışlardı. chanyeol ve baekhyun onunla duracaktı.
hoseok hemen yanımda otururken tek kolunu arkama attı ve elindeki peçeteyi bana uzattı. peçeteyle gürültülü bir şekilde burnumu sildikten sonra başımı eğerek alnımı elime yasladım. dolu gözlerimle kollarıma ve kollarımın arasından gözüken yere bakarken ağlamamak için alt dudağımı ısırıyordum.
jungkook'un nerede olduğu hakkında bir fikrimiz olmasa da onu arkamızda bıraktığımız çok açıktı. ondan kalan bir alışkanlık olsa gerek, bütün yol ona olabilecek şeyleri hesaplayarak kafamda plan yapmış, kendimi tekrar tekrar üzmüştüm. artık geceleri uyanıp yanımda dünyanın en güzel uyuyan sevgilisini göremeyecektim, tavşan dişlerinin onu ne kadar sevimli gösterdiği hakkında şımartacak bir sevgilim olmayacaktı yanımda.
"jim, su ister misin?" jennie'nin sesiyle kafamı kaldırarak ona baktım, uzattığı şişeyi elime alırken dudaklarımı birbirine bastırdım.
"teşekkür ederim." dolu gözlerimle uzun bir yudum aldıktan sonra jennie dizlerinin üzerine eğilerek elimdeki şişeyi aldı. başını hafifçe yana yatırmış ve hoseok'a dönmüştü.
hoseok, jennie ve kai üçlüsü sürekli birbirine bakıyordu, benim hakkımda değerlendirme yapıyorlardı. ne kadar kötü olduğumu tartışıyorlardı belki de.
önce anahtar, sonra kapı sesi duyduğumda içimi bir umut kaplamıştı. jungkook olabilirdi, neden o olmasındı ki?
ayağa kalkıp jennie'nin yanından hızla geçerek odadan çıktım. sağa döndüğümde koridorun sonundaki kapıda namjoon vardı. göz göze geldiğimizde dudaklarımı hafifçe büzdüm ve anlayarak hızlı adımlarla bana yaklaştı. kollarıyla beni sardığında parmak ucumda yükselerek boynuna sarıldım. sebepsizce beni jungkook'a en yakın hissettiren namjoon'du. ikisinin arasındaki bağdan olmalıydı, ikisinde de birbirinden büyük şeyler vardı.
"joon.. jungkook'u buldun mu?" sesimi düz tutarak konuşmaya çalışıyordum. namjoon sırtıma birkaç kez hafifçe vururken mırıldanmıştı.
"üzgünüm, jimin.. hiçbir fikrim yok. her yerde olabilir." beni üzmemek için böyle diyordu. umut veriyordu bana ki bu hiç istemediğim bir şeydi. nefret ederdim yok yere umutlanmaktan, hayal kırıklıkları beni paramparça ederdi.
geri çekilip elimin tersiyle hafifçe gözümü sildim, namjoon elini tekrar sırtıma attı ve beraber odaya ilerledik. taehyung'un hemen yan odada olduğunu bilmek bile içime büyük bir öfke doldururken jungkook'un hala burada olmaması ağlamayı bırakıp bir şeyleri elime almam gerektiğini söylüyordu.
aklımı çalıştırmalı ve jungkook'un yaptıklarını yaparak grubu toplamalıydım. tek üzgün ve aklı karışık olan ben değildim. hepimiz öyleydik.
"pekala," dedim burnumu son kez çekip kai'nin başına ilerlerken, "lisa'nın telefonlarını açan oldu mu?"
kai başını sallarken jennie ayaklanarak elindeki kutuyu önümüzdeki masaya koydu. kapalı telefonlarımız duruyordu. "hayır, plana uyarak açmadık. ikinci hattımızı arıyor."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
mørk. || jikook.
Fanfictionbarın en gözde çalışanı park jimin, jeon jungkook için yanmayı göze alır ve ekibine katılır. /2404