you're losing me - taylor swift
geçirdiğimiz en güzel ağustos aylarından birini yeni aldığımız, anneme yakın olabileceğimiz evimizde geçiriyorduk. new york'ta, olabileceğimiz en huzurlu yerdeydik.
annemle aramızı düzelteli çok olmuştu. hala bana annelik yapıyor sayılmazdı evet, yine de hayatımda jungkook olduğundan beri çok da başkasına ihtiyaç duyduğumu söyleyemezdim. son birkaç gün hariç.
jungkook geceleri uyuduğumu zannederek yataklardan kalkıyor ve terasa çıkıyordu. başta sigara içip geri geldiğini sanıyorken sonrasında telefonunda gördüğüm aramalar beni şüphelendirmişti. sorunlar yaşadığını anlayabiliyordum ama benden saklaması hoş değildi. başa dönüyorduk sanki.
"yüzüğünle oynadığına göre gerginsin?" jungkook haklıydı. geçen ay bana bu evdeki ilk gecemizde ettiği teklifle nişanlısı olmuş ve parmağımdaki yüzüğü gururla takmıştım. ne zaman bir şey canımı sıksa, düşüncelere dalsam istemeden onunla oynuyor ve kendimi ifşa ediyordum. jungkook iyi olmamı istese de bunun için her şeyi yapmıyordu.
oturduğum koltukta dikleşerek bacaklarımı kendime çektim. ona karşı dürüst olmayı ve elbette kendimi açıklamayı isterdim ama kiminle konuştuğunu bile bilmezken ona ne diyebilirdim ki? ondan ve sevgisinden şüphe duymayı uzun süre önce bırakmıştım. yine de bazen geçmiş aklıma geliyor ve bana karşı olan yaklaşımı aklımı çeliyordu.
beraber çok şey atlatmıştık. ölümden dönmüş, silahların karşısında dikilmiştik. bazen silah doğrultan biz olmuştuk ve jungkook can almıştı.
bu gerçek bazen rüyalarıma girse de kendimi mantık rayına oturtmaya çalışıyor ve bir sonraki rüyaya kadar başarılı oluyordum. yaptığı şey buydu en sonunda, kötülere gününü gösteren biriydi. en azından ben hayatına girene kadar.
bazen ondan en büyük tutkusunu çaldığımı ve benimle o kadar da mutlu olmadığını düşünüyordum. geceleri biriyle görüşüyor, gündüzleri bilgisayarıyla vakit geçiriyordu. kahvaltılarımız ve akşam yemeklerimiz güzel geçse de o da ben de kendimizi boş hissediyorduk. buna emindim.
"sadece," dedim o yüzden yanıma oturan jungkook'a bakarken, "geceleri kiminle konuştuğunu merak ediyorum." derin bir nefes alarak benden çekildiğinde dudaklarımı birbirine bastırdım. ona güvenmediğimi düşünmesi korkunç olurdu. "yanlış anlama, kook. sana güveniyorum ama," elini kavrayıp ona daha da yaklaştım, "benden neden saklıyorsun? bir şey varsa ben bilmeliyim." parmağımı yüzüğüne sürttüğümde başını kaldırarak bana baktı. "biz artık iki sevgili değiliz jungkook. daha fazlasıyız ama benimle iletişim kurmuyorsun."
bıkkın bir nefes alsa da öyle olmadığını biliyordum. aksine hızlıca elimi alıp dudaklarına götürdüğünde gülümsedim. birkaç öpücük bırakırken kendini hazırladığını düşünüyordum. boğazını temizlemesiyle emin olmuştum.
"namjoon'la bir iş üzerindeyiz." tabii ki öyleydi. jungkook benim için her şeyi salmış, kendini aşka adayarak bir hayat yaşamayı isterken geçmişi ona tutunuyordu. heyecanı, tutkusu ve belki de daha fazlasıydı bu işler onun için. ben nasıl her fırsatta dansa koşuyorsam bu da onun için öyleydi.
"jungkook. zorlandığını görüyorum." elimi yanağına yerleştirip gözünün altını okşamaya başladığımda gözlerini kapattı. "seni mutlu etmek istiyorum. istediğin yere gidelim, istediğin yerde yaşayalım." derin bir nefes alarak ona yaklaşıp alnımı alnına yasladım. "istersen dönebiliriz. ekibe."
jungkook birden geri çekilmiş ve gözlerimi irkilerek açmama sebep olmuştu. elimi hala tutsa da bırakması an meselesiydi. "ne dediğini duyuyor musun, jimin?" tahminlerimi doğru çıkararak elimi bıraktığında şaşkındım. böyle bir tepki beklemiyordum. jungkook ayağa kalktığında başımı kaldırarak ona baktım. "her şeyden senin için vazgeçtim. beni boğan her şeyi senin uğruna bıraktım." kaşlarını çattı. "şimdi de gelmiş bana ekibe dönelim mi diyorsun?"
şaşkınlığım gittikçe artıyordu. aynı onun gibi ayağa kalkarak ellerimi iki yana açtım. "sana kötü bir şey söylemiyorum. madem geceleri uykundan uyanıp," kısaca iğneleyici güldüm, "namjoon'a yardım edecek kadar değer veriyorsun bu işe. dönelim o zaman." onu hafifçe ittirdim. "belki o zaman hayatı bana zehir etmezsin. mutsuz olmazsın."
"mutsuz değilim." jungkook kolumdan tutarak beni kendine çekmiş ve kollarını bana sarmıştı. yüzüne bakmıyordum. "gerçekten mutsuz değilim, sadece..." burnunu alnıma yaslayarak mırıldanmaya devam etti, "aklımda çok şey var. söz veriyorum çözeceğim."
çözecektik. bunu biliyordum ama kendi mutsuzluğumdan çok onun benimle mutsuz olması beni daha çok korkutuyordu. daha önce bir kere suratıma hata olduğumu söylemişti. bunu bir kere daha kaldıramazdım.
"namjoon'un yardıma ihtiyacı var. ona yardım edeceğim bir kez daha." dudaklarını alnıma bastırıp birkaç öpücükten sonra alnını alnıma yaslamasıyla başımı kaldırıp ona baktım. "sonra söz veriyorum her şeyi düzelteceğim. evleneceğiz. sen nerede istersen orada evleneceğiz." hafifçe gülümsediğimde dudağımın kenarına minik bir öpücük bıraktı. "sen nasıl istiyorsan öyle olacak."
"biliyorum." gülümsemem büyüse de kalbim küçülüyordu. kendimi içinde hissettiğim kafes gittikçe daralıyordu. yine de gülümsedim. jungkook yüzüme bir başka öpücük kondurdu.
"biliyorsun, sonra bir de bebeğimiz olacak." öyleydi. işlemleri ufaktan araştırmaya başlamış ve koşullar için çalışmalara başlamıştık. kafamda kurduklarıma kadar güzeldi her şey, benim düşüncelerim başlamadan önceye kadar her şeye hazırdık. şu an bilmiyordum.
jungkook'u iyi olduğuma ikna edecek bir gülümseme daha sunduğumda benden ayrılarak günlük konuşmalarımıza geçti. ona eşlik ettim. yiyeceğimiz yemeği planlamış ve market alışverişi yapmak adına giyinmiştik. normale dönmemiz gerekliydi. ona üç gece vermiştim yalnızca.
jungkook çabalamalıydı.
beni kaybediyordu.
gurur duyarak açıklıyorum: mørk2 geliyor. daha final bölümünü atmadan önce ikincisinin geleceği planlarımın arasında olmasına rağmen süreç uzun sürdü, çok vakit aldı ama sonunda hazırım. şimdiden alacağı güzel tepkileri düşünüyor ve heyecanlanıyorum. en kısa zamanda görüşmek üzere:)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
mørk. || jikook.
Fanfictionbarın en gözde çalışanı park jimin, jeon jungkook için yanmayı göze alır ve ekibine katılır. /2404