taylor swift - call it what you want
gözümdeki gözlükleri düzelttikten sonra uzun koridorda yanımda sevgilimle yürürken fazlasıyla özgüvenliydim. o oda ya sonum, ya da başlangıcım olacaktı. ne ile karşılaşacağımı bilmiyordum, eh, bu işin tuzu biberiydi.
"buyrun efendim," görevli önümüzde eğildiğinde biz de hafifçe eğilerek ona selam verdik, "sağdaki salonda misafirleriniz bekliyor, servis için ne zaman gelelim?" jungkook gülümseyip kapının koluna elini uzattığında nefesimi tuttum.
"biz size haber vermedikçe gelmeyin, lütfen." ikimiz de görevliye gülümseyip onun gidişini izledikten sonra jungkook'un kapıyı açmasıyla içeri adımladık. nefesimi hala tutuyordum, oturan üç adam içeri girmemizle ayaklandığında çok hızlı davranmamız gerektiğini biliyordum. bizi tanımaları an meselesiydi.
jungkook'la sözleşmiş gibi tamamen aynı anda ellerimizi belimize sokup silahlarımızı çıkardığımızda karşıdaki üçlünün şaşkın yüzleriyle karşılaştık. boştaki elimle gözlüğümü yavaşça çıkardıktan sonra bir adım ileriye, jungkook'un önüne adımladım. tam ortada oturan hedefimiz, lee woojin gözlerindeki öfke ve korkuyla bana bakıyordu.
"sen!" dedi iki eli de havadayken. iki yanındaki adamın da elleri havadaydı, üçü de elimizdeydi şu an. yine de duruşumu bozmadan jungkook'a baktım. beni başıyla onayladıktan sonra tekrar önüme dönmüştüm.
"bir kere söyleyeceğim," dedim boğazımı temizledikten sonra, "telefon, silah veya kesici herhangi bir aleti masada görmek istiyorum." üçünden de hareket gelmezken lee woojin gözündeki nefretle bana bakmaya devam ediyor, hızlı nefesleriyle üzerime atlamak için fırsat kolluyordu.
"önce en güçlü adamlarım, sonra arşivim," dedi yanındakiler yavaş hareketlerle silahlarını masaya koyarken, "şimdi sıra bana mı geldi?" jungkook bir adım ilerlemiş ve masanın üzerindeki silahları ve telefonları yere, ayağımın dibine doğru atmıştı. hedefimin tam gözlerinin içine bakarken ayağımla silahları daha da ileriye attım. ikimiz de birbirimizden öfkeliydik.
"önce özgürlüğüm, sonra evim," dedim elimdeki silahı tam ona doğru tutarken, "sanırım kazanan ben oldum, hm?" jungkook bana bakıyordu, bunu hissetsem de bakışlarımı karşımdaki adama o kadar odaklamıştım ki, kafasına bir kurşun geçirmeden rahat bir nefes alamayacakmış gibi hissediyordum.
"evin içinde olması gereken sendin," ters bakışlarla jungkook'a döndü, "sürtüğünü öldürmekti amacım, beni duyuyor musun?" jungkook akıllı biriydi. bu tarz laflarla sinirlenip planı tehlikeye atacak davranışlarda bulunmazdı.
"son sözlerinin bunlar olmasını mı istiyorsun gerçekten?" jungkook yüzündeki en sert ifadeyle konuşurken lee woojin güldüğü anda tüylerim diken diken olmuştu. ondan o kadar nefret ediyordum ki, karşımda nefes alması bile beni yerimde duramayacak bir hale getiriyordu.
"jungkook, üstlerini ara." yerdeki iki silaha ve telefonlara güvenemiyor, elbet sakladıkları bir şey olduğunu düşünüyordum. jungkook silahını elinde tutmaya devam ederken arkalarına dolanarak onları aradı, bir şey bulamamış olacak ki tekrar yanıma döndüğünde beni başıyla onayladı.
aldığım onayla silahımı belime koyup jungkook'un yere koyduğu çantaya eğildim. üçünün üzerindeki rahatlık geldiğimizden beri yerindeydi, bana olan sinirleri fazla olsa da bu işten sıyrılabileceklerini düşündükleri için rahatlardı. onlara bunun yanlış olduğunu göstermeliydim.
"arşivin olarak seçtiğin kişi," dedim bilgisayarın ekranını açıp ayarladığımız dosyaya tıklarken, "pek de zeki biri değilmiş." kıkırdadım, gerçekten olduğum duruma inanamıyordum. herkesin sevimli ve korunmak zorunda olarak gördüğü park jimin en tehlikeli düşmanıyla karşı karşıya duruyor, onun adamlarından birine aptal diyordu. bu da yetmiyormuş gibi birazdan onu mahvedecekti, sonra çok sevdiği evini, ailesini, hayatını ondan alacaktı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
mørk. || jikook.
Fanfictionbarın en gözde çalışanı park jimin, jeon jungkook için yanmayı göze alır ve ekibine katılır. /2404