46. Bölüm: Kırık Cam Parçaları

1K 64 86
                                    

Bölüm sonunda görüşürüz. Oylamayı ve yorum yapmayı unutmayın, bölüm sonunda sizler için bir şey yazdım, okumanızı isterim^^

***
Ayakların çırılçıplak,
Kırık cam parçaları yerde;
Her zamanki gibi kesiyor tenini...
Dökülen kanı görmüyor musun?
Hep kaybedeceğini bilmiyor musun?

***

Hayat, hiç beklemediğimiz bir anda, hiç beklemediğimiz kişiler tarafından atardı tekmesini. Sırtın kamburlaşır, bükülemez duruma gelirdi; bu yüzden hayatta kalmanı sağlayacak yegâne şeylerden biriydi umut etmek. Umut, hiçbir şey hissetmeyen bir insanı bile yola getirirdi.

Ve ben hayatım boyunca hiç umut etmediğim kadar umut ettim.

Çok düşündüm, çok ağladım, çok mutlu oldum... Huzuru en son ne zaman bu kadar çok hissettim hatırlayamaz oldum, en son ne zaman bu tatlı hisle baş başa kaldım? İnanın bende bilmiyorum.

Küçükken, Alp'le oynarken ellerimiz bir keresinde çok çamurlaşmıştı; üzerimiz pislenmiş, bembeyaz elbisem kirlenmişti. Annem kızar diye çok korkmuştum, ama kızmamıştı. Çocuk olmak o zamanlar çok güzeldi, hissediyordum; hissetmek mutluluk veriyordu, elimde kalan tek şeye sığınıyordum o zaman. Alp.

Alp, en büyük yaramdı belki de benim; yıllar geçti, o ölmemişti ve ben o kadar yıl geçmesine rağmen bir kez bile sarılmamıştım ona. Çekememiştim kokusunu içime, doyamamıştım iyice. O benden nefret ederken bu mümkün bile değildi.

Bazen kabuslarımda onu görüyorum, bir keresinde öldüğü anı görmüştüm. Sorun şuydu ki... o ölmemişti. En çok bu acıtıyordu kalbimi. Alp'in yaşaması elbette iyi bir şeydi ama bana hâlâ akıl sağlımı sorgulatıyordu; düşünsenize bir gün geliyor birisi, öldüğünü, hatta öldürdüğünüzü düşündüğünüz kardeşinizin yaşadığını söylüyor...

Ah ne büyük acı. Ne büyük trajedi.

Sorun bu değildi, sorun bunların yaşanmasıydı. Sorun benim hiçbir şey yapmama rağmen bunları gerçekten yaşamış olmamdı, sorun benim hafızamı kaybetmiş olmamdı, sorun benim dayak yemiş olmamdı, sorun benim... Sorun bunlar değil. Sorun benim yaşıyor olmamdı.

Derin bir nefes alarak yatakta doğrulmaya çalıştım, Savaş hâlâ uyuyordu. Kafamı bir sağa bir sola sallayarak kendime gelmeye çalıştım, gözlerim ağrıyordu, başım çatlayacak gibiydi ama sebebini bilmiyordum. Huzursuz hissediyordum üstelik.

Yorulmuş, bıkmış, usanmış.

Banyoya gidip elimi yüzümü yıkadıktan sonra odaya geri döndüm; çantamın içinden diş fırçamı alıp banyoya geri dönerek hızlıca dişlerimi fırçaladım. Elimi, ağzımı yeniden yıkadıktan sonra banyodan çıktım. Diş fırçamı yeniden yerine koyduktan sonra telefonumdan gelen aramalara baktım, Duru birçok kez aramıştı, ama dert etmedim. Zaten bugün oraya gidecektim, orada konuşuyor olurduk.

Savaş'ın yatakta kıpırdandığını gördüğümde telefonumla oynamayı bırakıp "Günaydın," diye mırıldandım.

"Günaydın." diye fısıldadı, sesi hâlâ uykulu geliyordu. "Başım çatlıyor anasını satayım,"

Kaşlarımı çatıp somurttum. "Dün o kadar içerken aklından ne geçiyordu senin?" Hâlâ gözlerini açmamıştı, açmaya çalışıyordu ama Güneş ışığı yüzüne çarptığında geri kapatıyordu.

"Of," diye sızlanırken bir yandan da gözlerini yumuyor, geri kapatıyordu. Haline gülerken ona doğru ilerledim, kafamı karnına yaslarken saçlarım her tarafını örtmüştü. "Sen baya iyi uyudun herhalde?"

SADECE SENHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin