49. Bölüm: Kan, Ter, Gözyaşı

1K 51 69
                                    

Merhaba, bölüm sonunda görüşelim. Oy vermeyi unutmayın.

***

Gözlerim kapalı bir şekilde bekliyordum bir yerde; nerede olduğumu bilmiyordum, gözümde ve ağzımda bir bez parçası vardı. Öyle hissediyordum. Buraya ne zaman geldiğimi de bilmiyordum. Bana kalırsa çok olmamıştı ama nasıl bilebilirdim ki? Sadece tahmin ediyordum.

Ellerimi yere vurdum birilerinin dikkatini çekmek için, en son uyuşup bayılmam için bir şey koklatmışlardı bana. Tuna. O şerefsizin benimle derdi neydi ki daha? Ben ona hiçbir şey yapmamıştım, aslında kimseye yapmamıştım. Yorulmuştum, hiçbir şey bilmemekten, oradan oraya bağlanıp taşınmaktan, ailemin yalanlarından; şimdi fark ediyordum da aslında bunların hepsi de Savaş hayatıma girdikten sonra olmuştu. O hayatıma girdiğinden beri ne düzgün gidiyordu ki? Hiçbir şey. Hiçbir şey düzgün gitmiyordu ama aynı şey onun içinde geçerliydi. Ben onun hayatına girdiğimden beri hem benimle, hem kendi ailesiyle, hem de benim ailemle uğraşıyordu. Bunlara sırf beni sevdiği için katlanıyordu.

Ve eğer fark etmişse kaçırıldığımı, yine bir yerleri dağıtıyor olmalıydı, muhtemelen delirmişti hatta. Tuna kendi kuyusunu kazmaktan başka bir şey yapmıyordu.

Ellerimi birkaç kez daha yere vurdum, bu adamlar neredeydi ki? Bari gözlerimi açsalardı, en azından nerde olduğumu görebilirdim. Bir odada, hatta evde olmalıydım çünkü yere vurduğumda çıkan ses parke olduğunu işaret ediyordu. Ellerimi zemine sürttüm, evet parkeydi. Bir odadaydım, ama nerde? Ayaklarımı vurarak tepinmeye başladım, ellerim bağlıydı ama ayaklarım değildi. Kimseden çıt çıkmıyordu. Pes edecek değildim ama nefesim daralmıştı.

Dişlerimin arasından ıslattığım bez parçasını gevşettiğimde "Aç!" diye inledim, "Kimse yok mu?"

Garip garip sesler çıkarıyordum, pek anlaşılmıyordu dediklerim ama mümkün değildi böyle kalmam. Bu odada birileri olmalıydı. Bir şekilde kurtulmalıydım buradan, en azından ağzım açılsaydı çünkü daralmıştım git gide. Biraz da sıcaklamış.

"Derin artık dur, kimse yok." Bu ses... onun sesiydi. Tuna'nın. Yere birkaç kez daha vurdum ağzımı açması için, ellerimin de çözülmesi gerekiyordu.

Birden ağzımdaki bez parçası dişlerimi sökercesine indiğinde yüzüne tükürdüm Tuna'nın hiç beklemeden, dişlerini sıkarak kafasını çevirdiğinde "Şerefsiz," diye inledim, sinir bozucu bir şekilde gülerek bana döndü. Yaptığım şeye öfkelenmemiş miydi? Ben öfkelenir diye düşünmüştüm oysaki. Hatta onun için yapmıştım.

"Aç mısın? Açtır karnın, iki gün oldu malum..."

Gözlerim büyüdü. "Ne demek iki gün oldu?"

"Ah, üzgünüm prenses... iki gündür seni iğnelerle uyutuyorlar. Sen uyanıyorsun, onlar sana basıyorlar... cıs."

Yutkunarak kafamı eğdim, nasıl iki gün olmuştu, nasıl onlar daha beni bulamamıştı? Yokluğumu fark etmiş olmalıydılar. "Savaş seni öldürecek," diye tısladım, sonra aklıma bana değer veren diğer kişiler geldi. "Abim..." diye fısıldadım, o beni seviyordu. Yıllardır göremediği, yaşadığını bile bilmediği kardeşi karşısına çıkmıştı, şimdi onun elinden yeniden almışlardı, ne olmuştu? Aren Özer, abim, delirmiş olmalıydı. "Savaş'tan önce o; abim seni yaşatmaz."

"Eğer seni ben kaçırsaydım belki, ama hayır prenses, bu sefer bu oyunda ben sadece piyonum, sen Şah'sın ve evet; o çok sevdiğin sevgilinde Vezir. Kuralları biliyor olmalısın prenses, Vezir daima Şah'ı korumanın peşindedir ama bildiği yine de ardında sakladığı bir gerçek vardır: Şah, önünde sonunda hareket etmek zorunda kalacaktır. Oyuna girdin Prenses. Vezir'ini beklemeden hemde. Tebrikler."

SADECE SENHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin