Son yirmi dört saati saymazsak geçen iki haftaya göre çok daha iyiydim. Son yirmi dört saat diyordum çünkü dün sabah saatlerinde aniden halsizlikten bayılmış, üzerine doktora gitmeme rağmen Ağustos sıcağında çok fena hasta olmuştum. Hayat yüzüme sanırım gülmüyordu hala.
Son iki haftada değişen çok şey yoktu, değişen tek bir şey vardı o da Savaş'la son iki haftadır konuşmamıştık. Mesajlaşmamıştık bile. Yalnızca onu sosyal medya hesaplarımdan takip edip durmuştum; öğrendiğim sayılı bilgiler vardı.
İlki, kesinlikle Pamir'leydi. İkincisi ise tatil yapıyorlar gibi gözüküyordu hatta ülkede bile değillerdi. Pamir konum belirtirken İtalya'yı göstermişti.
Roma.
Üçüncü ve son bilgimse bunlar dışında hiçbir şey bilmememdi. Anlaşılan Pamir onu tatil için ikna etmişti. Kırgın değildim, ona kızmıyordum çünkü son birkaç aydır bir tek benimle uğraşıyor, yanımdan asla ayrılmıyordu.
Kırgın değildim ama içimde küçük, önemsenmeyecek bir sızı vardı.
Belki de bok gibi olduğumuzdan. Belki de ben burada acı çekerken o orada mutlu olduğundan. Fakat bu anlamsızdı, Savaş'ın mutlu olmaya hakkı herkesten çok vardı.
Benden bile.
Yine de hala neden ona karşı içim bir burkuktu anlamıyordum.
İlk günüm Ege'yle içerek geçmişti, Ege'nin en iyi yanı buydu; anlatmak istemiyorsam asla karşı çıkmıyor, kafamı nasıl dağıtacağını bildiğinden yalnızca beni iyi hissettirmek için elinden geleni yapıyordu. Ege böyleydi.
Elimi yüzümü yıkayıp odadan çıktım. Hızla merdivenlerden aşağı indiğimde abim salonun en köşesinde duruyordu ve yüzünde beyaz bir maske vardı. Kaşlarımı çattım. "Abi bir şey mi ol-"
Sözlerimi tamamlayamadan gri bir kedi bir anda önüme çıkınca çığlık atarak geriye çekildim, korkudan değildi, sadece şaşkınlığımdan. Kedi ayaklarımın dibine kadar geldiğinde şaşkınlıktan dilimi yutacaktım. "Yaa bu ne kadar tatlı bir şey böyle..." Dizlerimin dibine çöktüm, kedi küçük bir şeydi ama baya da tüylüydü. Yumuşacık gözüküyordu. "Ya! Ama bu kedi kimin? Çok güzel..." Ellerimi tüylerinde gezdirirken günler sonra ilk defa bu kadar rahatladığımı düşünüyordum; o kadar tatlı ve cana yakındı ki hemen kendini sevdiriyordu. Kediyi kucağıma aldım. "Abi şunun güzelliğine bak," henüz birkaç adım atmıştım ki abime direkt elini gelmemem anlamında salladı. Maskeyi daha sıkı tutuyordu ama hapşırmaya başlamıştı bile.
"Nil sevdin mi?"
"Ya bu sevilmez mi? Çok tatlı Ege." Kedinin tüylerini daha çok okşayıp sıkıca sardım, o kadar yumuşak ve sıcaktı ki ısınmıştım. Miyavlayarak kafasını boynuma doğru yatırdığında kalbimin atışları hızlanmıştı çünkü çok heyecanlanmıştım ve beni sevdiğine sevinmiştim.
"Ama bu nerden çıktı ki? Anlamadım ben," diye söylenerek Ege'ye döndüm. Abim sebebini anlamadığım bir nedenden dolayı kediden uzak duruyordu. "Abimin fikriydi. Senin için aldık,"
"Şaka yapıyorsun!" Kocaman açtığım gözlerimle ona bakarken Ege kafasını salladı. Abim sürekli hapşırıyordu. "Ya! Bu şimdi benim mi?"
"Evet-" dedi, ardından hapşırdı abim. Kediyi sıkıca tutarken abime doğru bir adım attığımda "Nil dur! Alerjim var." Gözlerinden damla damla yaşlar akarken gözlerim kocaman olmuştu. "Alerjin mi var?"
"Evet Nil." Bir kez daha hapşırdığında ondan hızla uzaklaştım, gözleri kırmızılaşmıştı. "Ama o zaman niye getirdiniz ki?"
"Seveceğini düşündüm de ondan," diyerek yanıtladı beni. Yüzünde maske olmasına rağmen rahat nefes alamıyor gibiydi ve gittikçe kötüleşiyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SADECE SEN
Ficção Adolescenteİzmir'den Istanbul'a geldiğinden beri hayatında doğru sandıklarının yalan olduğunu öğrenen bir kız hayatındaki tek doğruyla savaşıyor. Zaman içinde kim olduğunu dahi sorgulayan bu kız hayatında ki en büyük doğrusunu da kaybediyor. Düşünüyor kız kim...