21.

2.9K 110 120
                                    

Dünya'nın her yerinde insanlar bir şeyler için savaşırlar. İlk insanlar yemek için savaşmışlar, yaşam alanı için savaşmışlar. Medeniyetler kuruldukça topraklar için savaşmışlar. Güç için, para için, aşk için savaşmışlar. 21 yüzyılda Dünya'nın dört bir yanında insanlar hala bir şeyler için savaşıyor. Çünkü savaşmak insanın doğasında olan bir içgüdüdür.

'Savaş ya da kaç' emrine göre yaşar insan.

Savaşma, demek istedim. Kaç kurtar kendini.

Diyemedim.

Deseydim de bir şey değişmeyecekti, biliyordum ama söylemeliydim. Söylemeliydim ki kendini tüketmesin.

Söylemedim.

Söyleyemedim. Çünkü içimdeki bir parça savaşsın istiyordu. Ne olacaksa olsun ama savaşsın. Benim yapamadığımı yapıp benim için savaşsın.

Bencilce miydi? Evet.

Ben yıllardır tek başımaydım. Gerçeklerin etrafına taştan bir duvar örmüş, olur da bir gün aciz bir anıma denk gelir söylerim diye onları düşünmüyordum bile. Sonra o gelmişti. Alev alev yanan karanlığıyla ısıtmıştı içimi, ördüğüm duvarları sallamış, sırlarımdan birini öğrenmeye çok yaklaşmıştı. Buna izin veremezdim.

Ama dedim ya, içimdeki bencil bir parça savaşsın istiyordu.

Sonu olmayan bir yola girmiştik. Onun sırları vardı. Kalbinin karanlığı, zihninin kötülüğü, ruhunun nefretle yanan yakıcı ateşi vardı.

Benim sırlarım vardı. Kalbimin taştan duvarları, zihnimin manüpilatif sinsi fikirleri, ruhumun tuzla buz olmuş kırıkları.

Sonumuz yoktu. Siyahın içindeki beyaz nokta değildim çünkü. Öyle olsaydım ya onun siyahlığında yok olur gider ya da onun karanlığını bir nebze grileştirirdim. Fakat siyahın içindeki siyah bir noktayı ayırt edemezdiniz. Başı yoktu, sınırları yoktu, sonu yoktu.

İşte bu yüzden sonumuz yoktu. Birbirimizi tüketecektik. O bu zavallı ruhu yaşatmak için çabalarken tükenecekti, ben kendi sırlarımda boğulup gidecektim.

Söylemek istedim. Engel olmak istedim.

Söylemedim.

Gözlerimden yaşlar akarken öylece baktım. Zihnimin karanlık köşe kapmaca oyununa dahil olduğu için pişman olacaktı belki de ileride, kim bilir. Şimdi savaşacağım diye direnen gece karası gözleri dayanamayıp pes edecekti belki.

Sikeyim. Ne olacaksa olsun.

Başımı tamam dercesine salladım usulca. Çenemdeki parmakları tüy gibi okşayarak geriye çekilirken "İçeri girmek ister misin?" diye sormuştu. Gözlerimi kırpıştırdım. 

"Olur." dedim çatlamış sesimle. Dudaklarında cansız bir buse peydahlandı. Cebinden çıkarttığı anahtarla atölyenin kilidi açarken kaşlarımı merakla kaldırdım. "Anahtarı nasıl aldın? Uygar mı verdi?" 

Atölyenin demirden kepenklerinin üzerinde örümcek ağları, sprey boyayla karalamalar, toz parçaları vardı. O gece nasıl kapatıp çıktıysam o şekilde kalmıştı sanki. "Abini görürsem hoşuna gitmeyecek şeyler yaşanabilir diye düşündüm." dedi kepenkleri kaldırırken. Eğildiği yerden başını çevirip bakmıştı. 

"Nasıl aldın o zaman?" 

"Kilitleri değiştirttim." Omzunu silkti. "Ama içeriye kimse girmedi." 

SİS (+18)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin