23.

2.9K 119 197
                                    

İnsanoğlunun en büyük yeteneği başparmağıdır. 

En yakın akrabamız maymunlara bile bahşedilmemiş bir yeteneği vardır onun.

Başparmağımız sayesinde nesneleri gerektiği gibi rahatça tutabilmiş, yazılar yazabilmişiz, insanlığın çağlar atlamasını sağlayabilmişizdir. 

Ben başparmağım sayesinde düz bir ahşabı oyarak şekil verebiliyordum. 

Parmaklarımın altındaki tahtadan çıkan parçaları üfleyerek temizlerken bir kez daha bastırdım aleti. Önce en derine, sonra yüzeye çıkarak. Gölgelendirmeler için pay bırakarak, sabırla, özenle. Zor bir işti ahşaba şekil vermek çünkü yanlış bir hareketinizde bütün bir tabloyu mahvedebilirdiniz. Yılların araya girmesinin verdiği bir acemilik vardı başta ama günler geçtikçe ellerim tekrardan alışmaya başlamıştı. 

Babamdan kalan yegane yetenekti ahşap oymacılığı. Onun becerikli parmaklarını izleyerek büyümüştüm, ölümünden sonra ise ona dair sarıldığım can damarı olmuştu. Muazzam bir yeteneğim yoktu ama istediğimi elde edebilecek kadar başarılıydım. 

Tak. Tak. Tak. 

Atölyenin kapısı vurulduğunda gülümsedim. Tam vaktinde. 

Ellerimdeki talaşları birbirine sürterek temizlemeye çalışırken kapıyı açtım. Siyah boğazlı kazak giymişti, dalgalı saçları her zamanki gibi darmadağınıktı. Bakışlarımız birbirine dokununca yavaşça üzerimde gezindi. 

"Ben gelmesem burada yatıp kalkacaksın." dedi sahte bir kızgınlıkla. Omzumu silktim. 

"Geliyorsun ama." Bu sırada kapıyı açarak içeri girmesi için alan sağlamıştım. Peşinden gecenin karanlığını ve soğuğunu sürükleyerek içeri girdi. Bakışları daha pek bir şeye benzemeyen ahşabın üzerinde geziniyordu. 

"Kaç gündür geceleri kapattın kendini buraya, senin yüzünden adamlarımın yarısı buralarda dolanıyor." dedi iri vücudunu yeni yerleştirdiğimiz koltuğa koyarken. Dört gündür gündüzleri şirketin işlerine koşturuyordum, geceleri temizlikten hemen sonra yeni baştan dizayn ettiğim atölyede geçiriyordum. Bu sırada Özgür akşam on gibi söylene söylene gelip zorla almaya geliyordu. Gözlerimi devirdim. 

"Sanki ben tak dedim peşime o kadar adamı." dedim koltukta yanına oturarak. O anda fark ettim ki gerçekten çok yorulmuştum. Bir kolunu rahatça arkaya yaslayarak bakışlarını yüzüme dikti. Sessizce birbirimize bakarken ne düşündüğünü anlayamadım. Sessizlik uzadı, uzadı. En sonunda sesli bir nefes verdim "Ne?" 

"Yorgun musun?" diye sordu sakince. Her ne kadar yorgunluktan bayılacak gibi hissetsem de başımı iki yana salladım. 

"Hayır. Neden?" 

"Bir yere gideceğim. Yorgunsan evde kal." 

"Nereye gideceksin?" dedim merakla. Güldü. 

"Mafyacılık işleri. Beni niye götürmedin diye başımın etini yememen için teklif ediyorum." Parlayan gözlerine baktığımda içimdeki yorgunluğun çoktan dağıldığını fark etmiştim. 

"Geliyorum." 

Başını eğerek onayladı. "Hazırsan çıkalım. Üzerini değiştirmek isteyebilirsin gitmeden."  dedi karanlık bakışları vücudumu süzerken. Başımı onaylarcasına salladım. Atölyeyi kapatıp eve gittiğimizde kısaca duş alıp üzerime dar bir boğazlı kazak, altına mini deri etek giydim. Üşümemek için siyah tül çorap giymiş, uzun siyah çizmeleri ayağıma geçirmiştim. Koyu bir göz makyajı ve bordo bir rujla görünümümü tamamladığımda aynada kendime ikinci kez bakmadan kabanımı alıp aşağı indim. Topuklularımın sesini duyduğunda elindeki içkiden bir yudum alırken siyahlarını telefondan üzerime çevirmişti. Karanlık bakışları ağır ağır süzdü bedenimi, yutkundum. Gözlerinden bir pırıltı geçti. 

SİS (+18)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin