Ah! Çok uykum var. Niye uyandım ki? Arkamı Ece'ye günaydın demek için döndüğümde Ece yoktu. Birden ayağa fırladığımda demir eksikliğim beni yatağıma geri oturtmaya yetti. Biraz oturup baş dönmemin durmasını bekledim sonra bu sefer sakin bir şekilde yeniden ayağa kalktım ve Dolunay'ın odasına doğru yürüdüm. Bizimkiler gitmiş miydi? Ama neden? Tüm odaları gezdikten sonra mutfağa doğru ilerlediğimde balkon ile mutfak arasındaki camdan birinin kolunu gördüğümde bir oh çektim. Büyük adımlarla balkona gittiğimde garip bir şekilde sinirliydim. Balkona çıktığımda sinirle kelimeleri sıralamaya başladım.
''Siz neredesiniz ya? Sizi her yerde aradım! Benim aklım çıktı burada, siz oturun balkonda keyif yapın!'' dediğimde hepsi şaşkın bir şekilde bana baktı. Sonra Bora ve Can yanıma geldi ve iki kolumdan kollarıyla kavrayıp balkona çekti ve balkondaki küçük tekli koltuğa oturttu.
''Güneş sakin ol! Biz buradayız. Hiçbir yere gitmedik.'' dedi Ece.
''Zil çaldı. Senin dışında hepimiz uyandık ve kapıya baktık. Sonra da kahvaltı hazırlayıp hem biraz hava alalım hem de sen gelmeden kahvaltı yapmayalım diye balkona çıkalım dedik.'' diye açıkladı Mete.
''Kim gelmiş?'' dedim. kimse cevap vermeyince sorumu yeniledim ve Bora konuşmaya başladı.
''Bak, söyleyeceğiz ama kızmayacaksın. Tamam mı?'' diye bir soru sordu.
''Tamam?'' dedim soru sorar gibi.
''Amir geldi.'' dedi Ece mahcup bir şekilde.
Sakin kalmaya çalışarak ''Ne?!'' sorusunu sordum.
''Kapıyı ilk ben açtım, beni görünce pek şaşırmadı tabii. Bana geçen gün markette tartıştığınız için kendini kötü hissetmiş. Özür dilemeye gelmiş.'' dediğinde hepimiz aynı anda ''YERSEN'' dedik ve güldük.
''2 sorum var. 1.sorum: Neden özür dileyecekmiş? O bir şey yapmadı. Sadece markete geldi ve ben ona fazla tepki verdim. 2. sorum: Benim adresimi nereden bulmuş?''
''Tam soracaktım. Ama birileri hemen arkamda belirdiği için soramadım!'' derken Can'a bakıyordu.
''Sadece kim geldi diye bakmak istemiştim. Benim bir suçum yok.'' son cümleyi söylerken ellerini havaya kaldırması beni kıkırdatmıştı. Telefonumun titremesiyle elimi arka cebime attım ve gelen mesaja baktım. Mesaj bilinmeyen bir numaradandı. Bizimkiler zaten ben telefonu elime aldığımdan beri ekranıma baktığı için bana garip garip bakmakla yetindi. Bende onlara aynı şekilde baktıktan sonra gelen mesajı açtım. Biraz uzundu. Sanırım şiir yazmıştı.
''Kaç sabah ona, orda rastlamışlar
Gözyaşlarıyla taze sabah çiylerini çoğaltırken,
Ve bulutlara bulutlar katarken derin ahlarla;
Ama herkese yaşama sevinci veren güneş,
Kaldırmaya başlarken en uzak yerlerinde doğunun
Gölgeli perdelerini Şafak Tanrıçası'nın yatağından;
Işıktan eve kaçıp kapanıyor odasına oğlum,
Çekip perdelerini güzelim gündüze kilit vuruyor,
Kendine uydurma bir gece yaratıyor.
Bu gidiş iyi öğütlerle giderilmedikçe
İşin sonu karanlık ve uğursuz bence.''
Yazıyordu şiirde. Biraz düşünüp mesajı tekrar tekrar okuduktan sonra bu mısraların Romeo & Juliet kitabından alıntılar olduğunu hatırladım. Onlarda hatırlamıştı belli ki. Hepimiz bu kitabı okumuştuk. Hepimiz William Shakespeare'in bütün kitaplarını okumuştuk.
Kısa bir süre birbirimize baktıktan sonra Ece ayağa kalkıp sinirli bir şekilde ''Kim bu haysiyetsiz?!'' diye bağırdı. Bense şok olmuş bir şekilde mesajı tekrar tekrar okuyordum.
''Cidden abi! Kim bu!?''diye bağıran bu sefer Mete'ydi. Bende sinirden kahkahalarla gülmeye başladım. Gözüm dolmaya başladığını hissettim. Bizimkiler buna alışmıştı çünkü her sinirlendiğimde kahkahalarla gülmeye başlardım. Telefonu kapatıp buna son vermek istermişçesine
''Of, boş verin! Yanlış falan gelmiştir belki. Olamaz mı? Hadi kahvaltı yapalım. Ben çok açım.'' dedim. Hep beraber kahvaltımızı ettik ve sofrayı topladık. Ve aniden Ece konuşmaya başladı.
''Ya bir şey geldi aklıma.'' hepimiz ona bakınca o bana bakıp devam etti. ''Yankı teknoloji konusunda iyiydi değil mi?'' diye sordu. Ben başımı sallayıp ona onay verdim. ''Şuan hepinizin akında Güneş'e atılan mesajın kimden geldiği olduğunu biliyorum.'' ne diyeceğini anlayıp onun yerine cümlenin devamını ben getirdim.
''Yankı'ya soralım. Belki telefon numarasından kim olduğunu bulur.'' dedim. Ece bana doğru elini şıklattı ve işaret parmağıyla beni göstererek ''Aynen'' dedi. Bütün işleri bırakıp hepimiz salona geçtik ve kendimizi koltuğa attık. Ben Rehberde 'Yankı' ismini bulup üzerine tıkladım ve megafonu açtım.
''Alo. Dişi hulk. Sen misin?'' diye açtı telefonu.
''Evet benim.'' diyerek cevap verdim.
''Nasılsın?''
''İyiyim. Seni minik bir mesele konusunda yardım almak için aramıştım.''
''Hayati bir mesele!'' diyerek araya girdi Can.
''Abartma!'' diyerek karşılık verdim Can'a.
''Ne oldu?'' dedi Yankı. Bütün olanları anlattık ve en sona ''Biz sana numarayı atsak sen bulabilir misin?'' diyerek ekledim.
''Tabii, bulurum. 2 güne elinizde olur. Numarayı bekliyorum.'' deyince hepimiz bir zafer çığlığı attık.
''Teşekkürler. Ama lütfen bu olayı kimseye anlatma. Ne ablama, ne abime.'' diyerek uyarım ve numarayı atıp telefonu kapattım. Evet, 2 gün bekleyecektik. Bunu yapabilirdik. Yani en azından ben öyle düşünüyorum. O kadar zor olamaz değil mi? Yoksa olabilir mi?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Güneş Tutulması (TAMAMLANDI)
RomantizmHerkesin hayatında bir dönüm noktası olmuştur. Sakın benim olmadı deme. Belki olmuştur, ama sen farkında değilsindir. Ya da gerçekten de dönüm noktanı yaşamamışsındır. O zaman benim dönüm noktamı görmeye hazır mısın? Hayatıma hoş geldin yeni dostum...