2. BÖLÜM

21.2K 636 93
                                    

          Kitapçıya doğru ilerledim. Oradan içeri girince kendimi oradaki kitapların kahramanı gibi hissederim. İçerisi hep karanlık olur. Ama kendine has bir havası vardır.

     Gül sokağına girdim. Dört bina ileride Karanfil kitapçı gözüküyordu. Mehmet amca yine kahverengi kısa taburesine oturmuş kitapçının önünde uyukluyordu. Mehmet amcanın diliyle bu sadece yarım saatlik bir şekerlemeydi. Her zaman ayaklarını kaldırım kenarına dayar, kafasına bir kitabı ortasından açıp koyar, hareketsiz uyurdu. Her hareketiyle Mehmet amca bizim mahallenin kitaptan çıkmış masalcı dedesiydi. Kitapçıya girdiğimizde bir masal dinlemeden çıkamazdık. Ama bunu severdik. Parayla aldığımız kitaplar karşılığında bedava tatlı masallar dinlerdik.

      Kitapçının kapısının üstündeki zili salladım. Mehmet amca hiç hareket etmeden “İçeri gir, kitabına bak Şara kızım. Parasını masadaki listeden ödersin.” dedi.

     Kırık merdivenlerden içeri girdim. Alacağım kitabın ismi Gök Mavisi idi. Parmağımı kitap isimlerinin yazılı olduğu yerlerde gezdirerek en üstten katları taramaya başladım. Ben ikinci sıraya bakarken Mehmet amca kapıda birileriyle konuşuyordu. Ben üçüncü sıraya geçmiştim. Fıstık Yeşili, Bebek Pembesi, her türlü kitap vardı ama hala Gök Mavisi’ni bulamamıştım. Tam Mehmet amcaya kitabı sormaya gidecekken kitaplığın yerle arasındaki boşlukta ayağımı bir şeye çarptım. Ne olduğunu merak edip yere eğildim. Kitaplığın altını hep örümcek ağları kaplamıştı. Ayağımı çarptığım şey bir defterdi. Kalın, kahverengi kapaklı bir defter. Uzun zamandır açılmamışa benziyordu, belli ki orada olduğundan kimsenin haberi yoktu. Köşesinde bir şey yazıyordu, parmağımla üstünü temizleyip yazanı okumaya çalıştım. “Gerçeğime” yazıyordu. Tam içini açacakken Mehmet amca içeri girdi. Ne yapacağımı bilemeyerek bir anda defteri çantama attım. Kitap arıyormuş gibi yapmak için arkamı döndüğüm anda beşinci sırada Gök Mavisi’ni gördüm. Telaşlı görünmemeye çalışarak Mehmet amcaya kitabı verdim. O kasaya doğru yürürken masal anlatmaya başlamıştı. Mehmet amcaya bakıyor ama onu dinlemiyordum. Elim çantamda defteri tutuyordum. Ben ne yapmam gerektiğini düşünürken Mehmet amcanın masalında gökten üç elma düşmüştü bile. Sonunda parayı ödeyip çıktım bende.

   Sokakta yürürken etrafımdaki hiçbir şeyi görmüyordum. Hala çantamda defteri tutuyordum. Saçmaydı bu kadar telaşlanmam. Kitaplığın altına yıllar önce düşmüş basit bir defterdi. Onu neden aldım ki? Peki, neden bu kadar korkuyordum. Mehmet amcaya buraya bir defter düşmüş deyip, defteri verebilirdim. Ama sanki beni çekiyordu bu kahverengi kapaklı defter. Belki sıradanlığıma bir macera katabilirim diye düşünmüştüm herhalde.

     Sanki beni kovalayan bir şey varmış gibi eve girdim. Elif yumurtayı masaya koyuyordu. Ellerimde poşet göremeyince sordu, “Markete gitmedin mi? Nerede ekmek, süt, peynir?”

“Bilmiyorum.” dedim çantamdakileri komodine koyarken.

“Ne demek bilmiyorum? Şara, canım sen iyi misin?”

“Kitapçıya gittim. Sanırım çok saçma bir hırsızlık yaptım. Bak, bunu buldum.” dedim defteri göstererek, sonra devam ettim.

“Sanırım uzun yıllar önce kaybolmuş bu defter. Beni ilgilendirmez, evet ama bir anda çantama attım işte. Bir de üzerinde gerçeğime yazıyordu. İlgimi çekti işte.”

“Anladım. Ama bence bunu geri götürmelisin. Belki Mehmet amcanın kaybettiği bir şeydir. Sonuçta bizi ilgilendirmez.”

“En azından içine baksak olmaz mı?’

“Bilmiyorum Şara. Buna kendin karar vermelisin. Neyse ben markete gideyim o zaman.”

“ Tamam. Para montumun cebindeydi.”

  Elif markete gitmek için aşağıya indi. Elimdeki çatalla zeytinleri karıştırırken ne yapmam gerektiğini düşünüyordum. Saçma belirsizlikler bu kadar sıkıcı olamazdı, olmamalıydı.

      O sırada telefonum çaldı. Üniversiteden aranıyordum. Telefonu açtım ve her zaman yaptığım gibi sesimi incelterek “alo” dedim. Cevap veren edebiyat öğretmeni, Adem hocaydı,

“Merhaba Şara. Bugün üniversitede tadilat olduğu için dersler ertelendi. Bunu tüm üçüncü sınıflara duyurmak bana düştü.”

“Peki. Aradığınız için teşekkür ederim hocam. A, bu arada hocam, kitap sınavı da ertelenmiş oluyor dimi.”

“Evet Şara. Haftaya bugün o sınav da”

“Tamam hocam. Teşekkürler.”

“İyi günler Şara.”

Telefon kapandı. Adem hocayı herkes çok sever sınıfta. 26 yaşında. Cana yakın bir hocadır.

    Ben ağzıma bir zeytin atarken birden kapı vurulmaya başladı. Bir anda çok korktum. Aniden ayağa kalkınca kucağımdaki defter yere düştü ve açıldı. Harika bir el yazısıyla yazılmıştı defter. Başındaki tarihten bu defterin bir günlük olduğu anlaşılıyordu. Sonra defterin yanında yerde bir gül yaprağı gördüm. Belli ki bu defterde kurutulmuş, ben defteri düşürünce o da düşmüştü. Yaprağa daha yakından bakınca annemden hatıralarımı sakladığım kırmızı kilitli kutumdaki gül yapraklarının aynısı olduğunu fark ettim. Annemi hatırlattı bu bana, gülleri çok severdi. Annemin yastığının altında gül yapraklarını bulmuş, onun kokusu hep yanımda olsun diye saklamıştım.

   Kapı yeniden çaldı. Açmadan önce delikten baktım. Bu bizim ev sahibimiz Rüstem’di. Yine kirayı istemeye gelmişti belli ki. Aslında biz kirayı hiç geciktirmezdik. Ama ev sahibimiz Rüstem adını unutana kadar içer, parası bitince de kirayı bir-iki hafta erken almak için kapıya dayanırdı. Bizde kiranın birazını geldiğinde ona verir, gerisini de vakti geldiğinde eşi Fatma ablaya verirdik. Beni ve Elif’i çok sever Fatma abla. Kocası içmediğinde iyi bir adamdır. İçtiğinde de dövmez ama her işini zorla Fatma ablaya yaptırır, canından bezdirirdi.

      Ben tam kapıyı açacakken Elif geldi. Kapıdaki iyi sarhoş Rüstem abiye biraz para verip gönderdi. O sırada ben onları kapı deliğinden izliyordum. Rüstem abi gidince Elif içeri girdi. “Ekmekler sıcacık hadi oturup yiyelim.” dedi. Mutfağa doğru ilerlerken masanın üstündeki defteri ve gül yaprağını gördü, bana döndü “Neye karar verdin Şara?” dedi. İlerledim ve defteri elime aldım diğer elimle de gül yaprağını kokluyordum.

“Elif, bu gül yaprağı anneminkiyle aynı. Bu mahallenin kitapçısındaki bu defterde yazanların mahallenin geçmişiyle bir alakası olabilir.” dedim.

“İyi ama mahallenin geçmişi sana ne kazandırabilir?” dedi Elif sorgulayan bir tavırla.

“Elif benim annem tüm hayatını bu mahallede yaşadı. Mahallenin geçmişiyle ilgili bir şeyler varsa elbette annemle ilgili de vardır.”

“Bak canım.” dedi Elif ve benim yanıma oturup ellerimi tuttu. “Sekiz yıl önce ne yaşandığını, annenin nasıl öldüğünü bilmiyorsun, anlıyorum. İnan bunu bende bilmiyorum. Ama şunu unutma ki bende annemi kaybettim. Daha kötüsü ne zaman öldüğünü bile bilmiyorum. Bir tek mezarı var ama ona da hiç gidemedim. Adresini hiçbir zaman öğrenemedim. Sen de bilmiyorsun annenin mezarını, biliyorum. Ama benim yaptığım gibi annenin mezarını kalbinde taşı. Bir gün ona kavuşacağını unutma. Bazen geçmiş insanı çok üzebilir. Şimdi yeniden düşün, sadece düşün. Ve artık şu kahvaltını yap.”

Susmuştu Elif, gülümsüyordu ama içi ağlıyordu. Benimle konuşurken gözlerinden hızlı hızlı akan yaşları görmüştüm. O da unutamamıştı hiç. O da geçmişin kalbini esir aldıklarındandı. 

  

Kayıp Günlük (Düzenleniyor)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin