Otobüsten inip yürümeye başladık. Osmanlı'yı andıran sokaktaki bütün evler tarihiydi. Bir yandan adrese bakıyor, bir yandan evlerin numaralarını takip ediyorduk. Sokağın çıkışına doğru bir adım daha atacakken Elif bağırır gibi konuştu,
"İşte, işte burası." Fazlasıyla heyecanlıydı. Adresin bizi götürdüğü yani Zeynep Sarı'ya ait olan ev, diğer evler gibi bir antikayı andırıyordu. Kapısının önünden yerle birleşen üç tane basamak ve yanlarında solmuş çiçekler vardı. Perdeleriyle sahne havası verilmiş camları, korkuluğu çiçeklerle süslenmiş kahverengi balkonuyla Safranbolu Evlerinden farkı yoktu. Ben eve bakarken Elif kapıyı tıkladı. Ses gelmedi. Sonraki tıklamalarda da ses olmayınca komşulara sormaya karar verdik. Bizim komşulara gitmemize gerek kalmadan yan binada biri camdan çıktı ve bize seslendi,
"Kime bakmıştınız?"
"Biz Zeynep Sarı'ya baktık." dedi Elif.
"Zeynep Hanım buradan gitti. Boşuna uğraşmayın bulamazsınız." Konuşan kadın çok soğuk davranıyordu. Ben ürpererek gitmek istesemde Elif diretti ve kadının yanına ilerledi.
"Bakın, ben onun kızıyım. Onu yıllar önce kaybettim ve bulmam lazım. Bana yardım etmelisiniz. Bildiğiniz bir şey varsa söyleyin."
Elif kadınla konuşurken gözlerini gözlerinden kaçırmıyordu. Bunun karşısındaki kişiyi kendine inandırabilmen ve güvenini hissettirebilmen için iyi bir yol olduğunu öğrenmiştim. Bu yolun işe yaradığını da kadın bize evin anahtarını verince anladım. Evin asıl sahibiymiş ve bir anahtarı da onda bulunuyormuş.
Elif teşekkür edip anahtarı aldı ve kapıyı açtı. İçerisi çok dağınıktı ve boğucu bir havası vardı. Elif hemen çantasını ve montunu bir yere bırakıp etrafta gezinmeye başladı. Alıcısıymış gibi evi inceliyordum ki yaptığım saçmalığın sonucunu da düşerek aldım. Yere vurduğum başımın acısını dindirmek zor olacaktı. Ah, ev zaten dağınık ben neden önüme bakmıyorum ki!
Yavaş hareketlerle ayağa kalkacağım sırada düştüğüm yerde bir kağıt buldum. Hemen Elif'e seslenmek en iyisi olacaktı.
"Elif, neredesin? Burada bir şey buldum."
Elif bulunduğum salona girdiği sırada hala yarım yamalak yerde yatıyordum. Telaşlanarak neredeyse üzerime atladı. "Şara, iyi misin?"
"İyiyim canım sadece düştüm." dedim ve söylediğimi doğrulamak için hızlıca ayağa kalktım. Gördüğüm kağıdı elime aldım ve Elif'e uzattım. Kağıt özenle dörde katlanmıştı. Açtığımızda burnuma limon kokusu doldu. Elif kağıdı açtı ama ne kadar baksak ta hiçbir şey göremedik. Kağıdın kenarında bir yanık izi vardı sadece. Peki neden bir veda notu gibi kapının altında duruyordu ve neden boştu?
Elif salonun içinde bir oraya bir buraya yürüyordu. Komşu biz içeri girdikten sonra anahtarı bize bırakıp evine gitmişti. Rahattık. Yeniden arkasını dönüp yürümeye başladığı sırada Elif bir anda yerinden zıpladı. Koşar adımlarla evin üst katına çıktı. Bende peşinden ilerledim. Bütün odaların kapısını açıp içeriyi aramaya başladı.
"Elif ne yapıyorsun? Aklına bir şey mi geldi?" Tüm konuşmalarım boşunaydı. Elif cevap vermedi. "Burada olmalı, burada olmalı." diyordu. Bir kapı daha açtı. Girdiğimiz yer banyoydu. Elif tuttuğu kapı kolunu aniden bırakıp içeri ilerleyince aradığını bulduğunu anladım. Evyenin kenarında duran kağıt parçaları ve mumu eline aldı. Yanına yaklaştım.
"Bu ne anlama geliyor? Neden bunu aradın Elif? Mumla alakası var?"
Soruma soruyla cevap verdi,
"Bulduğun kağıt nerede?"
"Aşağıda. İyi ama Elif, o kağıt boş." dedim. Elif ile birlikte aşağı indik.
"Boş değil Şara. 8 yaşımdayken annemle yaptığımız gibi. Onu kendim bulmamı istedi."
Kağıdı eline aldı. Evin mutfağında bulduğumuz çakmakla mumu yaktı ve kağıdın altında gezdirmeye başladı. O an Elif'in neyden bahsettiğini anladım. Bu kağıt limon suyuyla yazılmıştı. Limon suyuyla yazılan yazılar altına ışık kaynağı getirerek baktığında gözükürdü. Anlattığına göre yıllar önce annesi Elif'e bunu göstermiş ve hiç unutmamasını söylemiş. Kağıttaki yanık izlerinin de mumdan olduğunu anladık. Yazılar küçük yazılmıştı ama okunuyordu. Kğıdı mumun üzerinde hareket ettirerek okumaya başladı Elif,
"Sevgili kızım Elif, gerçek annen olmadığımı öğrendiğinden beri bu seninle ilk konuşmamız. Eğer bu mektubu okuyabiliyorsan bil ki içim rahattır. Belki saçma ama ben bu mektubu geçmişi hatırlatmak için böyle yazdım. Eğer hatırlamayıp bunu okuyamazsan zaten beni unutmuşsundur. Ki her şeyi unutmuşsan eğer okumasan da olur.
Hiçbir zaman seni öyle terk etmek istemedim. Bir gün seni bırakmak zorunda kalacağımı bildiğim halde. Hep kendi ışığımı kendim kapattım. Tek suçum babanı çok sevmek sana ise sıkı sıkıya bağlanmaktı. Evimize her yıl gelen hizmetçi, annen, onu hep kıskandım. Zor bir hayatı vardı ama sana ve babana sahipti. Hep kıskandım. O gün, onunda hayatından kaybolmasının tek suçlusu bendim. Şimdi senden kaçıyorum. Çünkü bunları söylemek zorundayım. Ve bana söyle, yüzüne bakabilir miyim? Yaptıklarım senin bildiklerinle bile sınırlı değilken birleşsek yine saçlarını tarayabilir miyim? Yapamam. Daha fazla acı çekmemek için senden kaçıyorum. Gerçek annen, o en son yaşıyordu Elif. Onu en son gördüğümde yani. Tek hatırladığım hiçbir şey hatırlamadığıydı. Dilerim onu bir gün bulursun.
Amcana para verip sana gönderten bendim. Zaten bunu bildiğin için buradasındır. Anlamayacağını sanıyordum ama sende baban gibi zekisin. Babanı merak ediyor musun? Ediyorsun. Etme. Daha çok acı çekersin. Çünkü onun evi mezarlık. Asıl sebebi annene olan aşkı, sana olan sevgisi ve benim yaptıklarım olsa da bir trafik kazasında öldü. Görmek istersen mezarı Şişli'de. Büyük mezarlıkta. Kağıdın arkasına köşeye adresini yazdım. Onu bulacağına eminim. Bulunca benim için ona onu çok sevdiğimi söyler misin? Beni affetsin. Bak, babanın ölümünü benden duydun ve bir kez daha yaktım canını. Affet diyemeyeceğim. Çok zor olduğunu biliyorum. Seni sevdiğimi unutma."
Gürültülü hıçkırıklarla ağlarken kağıdı yere bıraktı Elif. "Babaaa" diye sert bir çığlık attı ve dizlerinin üstüne çöktü. Elimi omzuna koymamla üzerime yığılması bir oldu. Gözleri kapalıydı. Bayıldığını anlayınca hemen yanımızdaki şifonyerden kolonyayı buldum ve yanaklarına sürdüm. Bağrışları duymuş olacaklar ki komşular açık unuttuğumuz kapıdan geldi. Elif'i birlikte kaldırdık. Hiçbir şey söylemelerine izin vermeden telaşla konuştum,
"Bir şey söylemeyin lütfen. Arkadaşım bayıldı ve onu hastaneye götürmeliyiz. Yardım eder misiniz?"
***
"Şara bana su getirir misin?"
"Tabi getiririm. Sen burada bekle."
Elif'i hastaneye getirip ayılmasını sağlamıştık. Babasının öldüğünü öğrenmesi tahmin ettiği bir şey olsa da ona çok ağır geldi. Ben olsam ben de bayılırdım herhalde.
Hastanenin 2. katına geldiğimde asansörden geldiğimize dair bir ses geldi ve kapı yavaşça açıldı. Asansörden çıkmamla bir hemşireye çarpmam bir oldu. Ardından bir doktora. Bu katta bir telaş vardı. Su almak için hastane kantinine ilerlediğimde büyük asansörden sedyeyle birilerini getirdiklerini gördüm. Koridordaki bir sürü insan sedyenin etrafına aniden toplandı. Sedyenin peşinden ağlayan yaşlı bir adamla yaşlı bir kadın vardı. kalabalık sedyede yatan kişi için toplanmıştı. Bir şekilde sıyrılıp su bidonundan bir plastik bardağa su doldurdum. Sedyenin çevresindeki topluluğun yanından geçerek asansöre ulaşmaya çalışırken ameliyathanenin kapısındaki doktorlar çevreden kalabalığı dağıttı. Etraf sakinleşirken tam asansöre biniyordum ki o sedyede gördüğüm yüz beni olduğum yere çiviledi. Elimdeki bardağı yere düşürürken yaşadıklarımın bir anda kazandığı yoğunluğa hayret ediyordum. Hayır, bu kadarı artık fazlaydı, bu olmamalıydı, olamazdı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kayıp Günlük (Düzenleniyor)
AventuraTüm ailesini kaybetmiş bir kızın beklemediği bir anda bulduğu günlüğün değiştirdiği hayatı. Hayalleri ve biricik ev arkadaşıyla, yalanların yerini gerçeklerle doldurmak amacıyla çıktığı yolculuk. 'Sıradan hayatımın karanlığında kaybolup gitmişken ı...